Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim, Subhan (her türlü noksan sıfatlardan münezzeh, her türlü kemal sıfatlarıyla muttasıf) olan Allah (c.c.)’nun kelâm-ı kadîmi’dir. Onu, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, Cibrîl-i Emîn vasıtasıyla, insanlara cennete giden yolu göstermesi için indirmiştir. Nitekim bir âyet-i kerimede:
’Uyarıcılardan olasın diye Ruhu’l-emîn (Melek Cebrail) onu senin kalbine açık-seçik Arap diliyle indirdi.’ (eş-Şuarâ,buyrulmaktadır.
Kur’an; hikmetler, hükümler, örnhekler, ibretler, kıssalar, nasihatler, kanıtlar vb. Müslümanların hayatında ihtiyaç duyduğu her şeyi kapsayan muazzam ve eşsiz bir kitaptır.
Kur’ân-ı Kerim’in ’Kur’an’ isminden başka birçok ismi vardır. ’Zikir, Kitap ve Furkan’ onlardan bazılarıdır.
Kur’ân’ın nüzulü miladi 610 yılının Ramazan ayında Nur dağındaki Hira Mağarasında başlamıştır. O sırada Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kırk yaşını birkaç ay geçmiş idi.
Cebrail (a.s.)’ın Kur’an âyetlerinden indirdiği ilk şey ’İkra’/Oku’ kelimesi olmuştur. Kur’an ayetlerinin ilki ’İkra’ suresindedir.
Kur’ân’ın 23 Senede İndirilmesinin Sebebi:
Cenâb-ı Hak bir defada, bir bütün halinde Kur’an’ı indirmeye kadir olduğu halde O’nu, Rasûlullah (s.a.v.)’e;
- Ashâb’ın ezberlemesinin kolay olması
- Hüküm koymada tedricilik (yani bir hükmü insanlara alıştırmak maksadıyla birden bildirmeyip, adım adım, farklı zamanlarda, farklı hitaplarla bildirmek)
- Rasûlullah (s.a.v.)’in kalbini tespit ve teselli etmek.vb. birçok hikmetlere binaen 23 sene zarfında parça parça indirmiştir.
Nitekim bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
’Kâfirler: ’Kur’an ona bir defada toptan indirilmeli değil miydi?’ dediler. (Biz), o (Kur’â)n’la senin kalbini pekiştirmek için (onu böyle kısım kısım indirdik) ve onu âyet âyet beyan ettik.’ (el-Furkân, 25/32)
Vahit Katipleri:
Ashâb-ı Kirâm, Kur’ân-ı Hakîm’i ezberlemek suretiyle sadırlarında korudukları gibi satırlara yazmakla da muhafaza altına almıştır.
İslâm’ın ilk ümmeti olan Ashâb-ı Kiram’ın çoğu ümmi idi. Onlardan pek azı hariç çoğunluğu okumayı ve yazmayı bilmezdi. Bunun yanı sıra kâğıt, kalem, mürekkep gibi yazı araç ve gereçleri yeterli değildi. Bu nedenle Rasûlullah (s.a.v.), kendisine vahiy olunan Kur’an âyetlerini yazmaları için Sahâbe’den bu işe has bir cemaat teşkil etti. Bu kimselere ’Vahiy Kâtipleri’ denir. Her ne zaman bir âyet veya sure inse Rasûlullah (s.a.v.) onları çağırır, onu yazmayı emreder ve onlara: ’Bu ayeti veya ayetleri filan sureye koyun!’ derdi. Onlar da, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in bu emrini derhal yerine getirirlerdi.
Zeyd b. Sâbit, Ali b. Ebî Tâlip, Osman b. Affân Abdullah b. Sa’d, Übey b. Ka’b ve Abdullah b. Mes’ûd (r.anhüm) vahiy kâtiplerinden bazılarıdır.
Kur’an ve İslâm Âlemşümuldur:
Kur’an ve İslam, sadece Araplara değil tüm ümmet ve milletlere gelmiştir. Nitekim Acemler, Türkler ve farklı dil ve ırklardan milletler kısa zamanda İslam’a girdi. Öyle ki kısa sürede Arap olmayanlar Müslümanların çoğunluğunu teşkil etti. Bu nedenle manasının anlaşılabilmesi için Kur’ân’ın Arapçanın dışındaki dillere tercüme edilmesi gerekti.
Mütercimin Şartlarından:
Şüphesiz ki Allah kelamı olan Kur’ân-ı Hakîm’i her önüne gelenin tercüme etmesi caiz ve mümkün değildir. Mütercimin;
- Allah’ın kelamını anlaması,
- Arapça dilini iyi bilmesi,
- Tercüme edilecek dili iyi bilmesi,
- Takva sahibi olması,
- Arapça bilgisiyle yetinmeyip Ehl-i Sünnet müfessirlerin telif ettiği tefsirlere müracaat etmesi
- Nasih-mensuh, sebeb-i nüzul vb. Kur’ânî ilimlere vakıf olması ve bunu tercümeye yansıtması en elzem şartlardandır.
Sünnet, Kur’ân’ı Açıklar:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Ashab’a Allah’ın kelamını eksiksiz, tam bir şekilde tebliğ etmiştir. O’nu acele etmeden insanlara okumuş, lafzını ezberlemeleri, manalarını anlamaları için Sünnet’iyle yani sözleri, fiilleri ve takrirleriyle açıklamıştır.
Artık Müslümanlar üzerine düşen şey; Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Sünneti ve Kur’an’da gelen şeylerle aynı titizlikle amel etmektir.