Ayan, tekil ayn (Arapçada “göz”, “önde gelen”),Osmanlı Devleti’nde, taşradaki nüfuzlu ailelere verilen yarı-resmî unvandır. 18. yüzyılla birlikte gittikçe güçlenen ve taşrada neredeyse özerk bir soyluluğa dönüşen âyan, merkezî otoritenin yeni temeller üzerinde tekrar güçlenmesine bağlı olarak 19. yüzyılın ikinci yarısına doğru büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.17. yüzyıl sonlarına doğru tımar rejiminin iyice bozulması sonucunda, eyalet ve sancak yöneticileri, halk ile hükümet arasındaki ilişkilerde aracılık yapmak, güvenliği sağlamak, vergileri toplamak, cepheye asker göndermek gibi işleri yürütebilmek için, varlıklı ve nüfuzlu kişilerin yardımına başvurdular. Birkaç vilayet ve sancağın yönetimini aynı anda üstlenen ya da eyalet askeri ile cephede uzun süre kalan valiler ve sancakbeyleri, yerli seçkinlerden mütesellim, muhassıl, voyvoda sanlarında vekiller atayarak işleri yürütmeye çalıştılar. Taşra eşrafı olarak bilinen bu kesim, arazi ve irat elde ederek, mukataaları iltizama alarak babadan oğula zenginleşti. Bunlar arasında, çıkarlarını korumak için zorbalığa başvurmakla yetinenlerin yanı sıra, devlet ile halk arasındaki ilişkileri düzenlemeye katkıda bulunanlar da oldu. 18. yüzyılın ikinci yarısında bu kesimin etkinliği yerel yöneticileri aştı. Bunun üzerine merkezî devlet, taşra eşrafından yarı-resmî biçimde yararlanma yolunu seçti. Kent ve kasabalardaki nüfuzlulardan birinin, oradaki memurlar ile halk arasında işgüderlik yapması uygun görüldü. Bunlara, “gözde ve saygın kişi” anlamında “âyan” adı verildi. Ayan, kent ve kasaba halkı tarafından s«çilir, önce valilerce, sonra da sadrazamca onaylanırdı.
Âyan özellikle Rumeli’de güçlüydü. Valilerden âyanlık buyrultusu alanlar ile bunların çocukları ve torunları, bir yandan âyan-zade sanlarını kullanarak soylu ve baskıcı bir zümre oluşturmaya çalışıyorlar, öbür yandan da valilere “âyaniyye” olarak adlandırılan harç ve rüşvetler ödeyerek buyrultularını yeniletiyorlardı. Fermanlarda ve resmî belgelerde bunlardan “âyan-ı belde”, “â_yan-ı şehir” olarak söz edilirdi.Âyanlık unvanı en çok III. Mustafa döneminde (1757-74) verildi. Sürekli savaşlar yüzünden, âyanın başına buyrukluğuna göz yumuldu; onlardan asker ve para elde etmeye çalışıldı. Bu dönemde çoğu âyan merkezî otoriteden iyice bağımsızlaştı, bazıları merkezî devletle çatışmaya bile girdi. Bir bölümü kadıların yargı yetkilerini de naib sıfatıyla kullanmaya başladı. Yolsuzluklar artınca, I. Abdülhamid (hd 1774-1789) âyan seçiminin halkça, atamanın ise sadrazamlık tarafından yapılmasını kararlaştırdı; 1785’te çıkardığı bir hükm-ü şerifle âyanlığı yasakladı. Ama bu unvanı taşıyanlar nüfuzlarını yitirmemek için direndiler. Saldırı ve savunma gücü olanlar, kendi aralarında çatışmaya girdiler, zaman zaman da merkezî otoriteye karşı ayaklandılar; bu ölçüde güçlü olan yerel nüfuz sahipleri derebeyi olarak da anılırdı. Buyruklarında 20-30 bin kapı halkı bulunun büyük âyana halk “sikkesiz sultan“, “küçük padişah” da derdi. Vidinli Pazvandoğlu, Bergamalı Sağıncılı, Rusçuklu Tirsiniklioğlu, Rizeli Memiş Ağa, âyanlıktan derebeyliğe geçenlerin başlıcalarıydı.Rusçuk âyam iken 1808’de istanbul’a gelen ve II. Mahmud’u padişah yaparak iktidara el koyan Alemdar Mustafa Paşa, büyük âyan ve derebeylerini İstanbul’a çağırarak, Sened-i İttifak adı verilen bir belge imzalattı. Devlete bağlı kalmaları ve bölgelerinde zorbalığa başvurmamaları karşılığında hükümetin de herhangi bir neden olmaksızın âyana dokunmayacağı yönünde bir anlaşma sağladı. Çapanoğullan, Karaos-manoğullan, Tepedelenliler, Caniklioğulla-rı, Rişvanzâdeler gibi vezirlik ve mirmiran-lık unvanları verilen derebeyi-âyan hanedanları bölge yöneticiliği de yaptı. Alemdar Mustafa Paşa’nın kısa süren sadrazamlığı sırasında âyan en güçlü konumuna ulaştı. Merkezî otoriteyi güçlendiren II. Mahmud (hd 1808-39) âyanın etkisini kırdı, âyan ailelerinin çoğunu ortadan kaldırdı.