Gayb, duyulardan uzak olan ve kişinin hakkında bilgisi olmayan şeye denir.
Allah'tan başkasının bilemeyeceği şeylere "gayb-ı mutlak" denir. Bir başka kişinin bildiği şey, "gayb-ı mutlak" olmaz. Mesela içinizden geçeni ben bilmem ama siz bilirsiniz. O, bana göre gayb olur, size göre olmaz.

Kimi insanlar, gaybı bildiklerini iddia ederler. Hatta daha ileri giderek kıyametin ne zaman kopacağını, yarın ne olacağını ve nerede öleceğini bildiğini söyleyenler bile vardır. Şimdi bu konuda Kurân'ın nasıl hiçe sayıldığına bir örnek verelim:

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Kıyâmet saatinin bilgisi, kuşkusuz Allah'ın kendisindedir. Yağmuru o indirir, dölyataklarındakini o bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilemez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah, şüphesiz bilendir, her şeyden haberdârdır." (Lokman 31/34)

Konuyla ilgili olarak Ahmed b. El-Mübârek, şeyhi Abdulaziz ed-Debbağ'a soruyor:

"Efendim, zâhir âlimlerinden hadisçiler ve başkaları, Kurân'da Lokman sûresinde geçen gaybla ilgili beş şeyi Allah'ın Elçisi (sav) Efendimiz'in bilip bilemediği konusunda ihtilaf etmişlerdir."

Şöyle cevap veriyor:

"Gaybla ilgili bu beş şey, nasıl Allah'ın Elçisi (sav) Efendimiz'e meçhul kalır? Onun ümmetinden tasarrufa yetkili birinin tasarrufta bulunabilmesi için mutlaka bu beş şeyi bilmesi gerekir."

Demek ki, bunlar, yarın ne olacağını, nerede öleceklerini ve kıyâmetin ne zaman kopacağını biliyorlar. O zaman yukarıdaki ayeti, hâşâ hükümsüz sayıyorlar. Şimdi bir de şu ayetlere bakalım:

"Sana, kıyâmetten soruyorlar, "Ne zaman demir atacak?" diye. De ki; onun bilgisi, yalnız Rabb'imin yanındadır. Onu vaktinde ortaya çıkaracak olan da sadece odur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı o saat, sizlere ansızın gelecektir. Sanki haberin varmış gibi tutup sana soruyorlar, de ki: "Onun bilgisi sadece Allah'ın yanındadır, ama insan*ların çoğu bunu bilmezler." (Araf 7/187)

"Sana, kıyâmetten soruyorlar, "Ne zaman demir atacak?" diye."

Sen nerede, onu bilmek nerede? Onun bilgisi Rabbine aittir.

"Sen, sadece ondan korkanı uyaran kişisin." (Naziat 79/42-45)

Abdulaziz ed-Debbâğ gibi Kurân'ı hiçe sayan ve kendini Kurân'ın üstünde gören "burnu büyük'lerin sözlerini buraya almak istemezdim; ama ne yazık ki Müslümanların inançları, bu gibi sözlerle kirletilmektedir.

Öğrenci iken Hasan Basri Çantay'ın "Kurân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm" adlı meâlini çok okurdum. Orada Abdulaziz ed-Debbâğ'a kutsallık verilmekte, onun sözlerini içeren el-İbrîz adlı kitaptan alıntı yapılarak bazı ayetler açıklanmaktadır. Bu sebeple el-İbrîz, çok merak ettiğim ve okumak istediğim kitaplar arasına girmişti.

Kitabı, Celal Yıldırım'ın yaptığı tercümeden okudum. Celal Yıldırım da önsözünde el-İbrîz'i kutsallaştırmak*tadır. Ona göre, ".. Aynı konudaki diğer eserler arasında el-İbrîz, katıksız ve karışıksız altın niteliğindedir. Çünkü Abdulaziz ed-Debbâğ, kemâl derecesinde büyük bir velidir. İlim adamlarını şaşırtan, akıllara durgunluk veren, tasavvuf erbabını hayrete düşüren ledünnî bir ilme ve irfana sahiptir. O, bu kitapta Resûlullah (sav) Efendimizin yüce rûhuyla yaptığı görüşmeleri, misâl ve melekût âlemindeki gözlemlerini perde perde sergilemektedir."

Misâl âlemi, rüyâ alemi anlamına gelir. Melekût âlemi ise meleklerin ve rûhların bulunduğu ve duyularla algılanamayan alem anlamına gelir. Her ikisine birden gayb alemi denebilir. Bu, Platon'un ideler âlemi anlayışının tasavvufa yansımasıdır. Bir kişinin misal ve melekût aleminde gözlemlerde bulunması kabul edilemeyeceği gibi, Allah'ın Elçisi'nin rûhuyla konuştuğu iddiası kabul edilemez. Rüya görme olayı, bunun dışındadır. Doğru rüyayı herkes görebilir.

El-İbrîz, Kurân'a taban tabana zıt iddialarla doludur. Bazı felsefî izâhlara sığınarak ve sır perdesi arkasına saklayarak bu iddiaları doğru gösterme çabası, kime ne kazandırır? Kurân tefsiri yazmış birinin bu çabayı göstermesi ne kötüdür!

Şimdi siz varın, kitabı okuduğumda ne hâle geldiğimi düşünün. Okumayı çok istediğim kitabın, Kurân'a açıkça aykırı sözleri bir marifet saymasına mı yanayım, yoksa Kurân-ı Kerîm'i tefsir eden kişilerin, Kurân'ı göz ardı eden çirkin sözlerle dolu bir kitabı kutsallaştırmasına mı?

Müslümanlar, bugünkü hale durup dururken gelmediler elbet.

Şimdi gayb ile ilgili görüşmeye geçelim.

ŞEYH EFENDİ- Evliyaullâhın insanın kalbinden geçeni bilmesi haktır ve vakidir; buna "keşf-i zamâir, keşf ma fil-kulûb" derler. Birçok tasavvuf kitabında, evliya terceme-i halinde misalleri bol bol vardır. Batılı bilim insanları, dahi buna benzer olağanüstü olayları bilimsel olarak tespit etmişlerdir. "İçini okumak", "telepati", "mâlum olmak" gibi isimlerle halkımız da bilir. Bendeniz hocamdan bunun pek çok misalini gördüm, yaşadım. Bize sure-i Enâm'ın 50. âyetini delil getirmeye kalkışıyorsun. Sen, hem de fetva komisyonunda vazifelisin. Hayret ettim, hem acıdım, hem de ayıpladım doğrusu! İslâmî ilimler, artık bu kadar da geriledi mi diye teessüf ettim. Bu, şeriata aykırı değildir. Meşhur Kurb-ı ne*vâfil hadisinde Yüce Peygamberimiz Allahu Teâlâ'nın "... O abid ve zahid ku*lumu sevdi*ğim zaman onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olurum; be*nimle görür, benimle işi*tir, benimle söyler, benimle tutar, be*nimle yürür" buyurduğunu bildiriyor ya işte o haldir!

BAYINDIR- İslâmî ilimler, bu kadar da geriledi mi diye teessüf ediyorsunuz ya, işte onda haklısınız. İslâmî ilimlerin kaybolup yerine hurâfelerin geçtiğini bana siz öğretmiş oldunuz. Rahmetli Mehmed Zahid Kotku, "Ehl-i Sünnet Akâidi" adlı kitabında, bir kimseyi kâfir eden sözleri ve halleri belirtirken şunları yazıyor:

"Gaybı biliyorum" iddiasında bulunanı tasdik eyleyen. Ben çalınan malları bilirim, diyen. Bana cinler haber verir diyen ve onun bu sözünü tasdik eyleyenler (kâfir olurlar). Çünkü gaybı ne ins (insan) bilir, ne cin bilir. Bilâkis yalnız Cenab-ı Hakk bilir".

Şimdi siz varın "Evliyaullahın insanın kal*bin*den geçeni bilmesi haktır ve vakidir." diyen kişinin yerini tayin edin. [9]. Keşif konusu aşağıda gelecektir.


ŞEYH EFENDİ- Sen, gayb kelimesinin anlamını ve gaybın çeşitlerini bilmeden konuşuyorsun. Mutlak gaybı ancak Allah celle celalühu Hazretleri bilir, bildirmezse peygamberler de, evliyaullah da bilemez; ama Rabb'ül-âlemîn bildirirse her şey bilinir, söylenir. Bir kimsenin kalbindeki, zihnindeki, niyetinde, içinde sakladığı şey "gayb-ı mutlak" değildir, bilinebilir, adetâ okunabilir.

BAYINDIR- Allah'tan başkasının bilemeyeceği şeyler, gayb-ı mutlaktır. Bir şeyi Allah'ın dışında bir başkası da biliyorsa o gayb-ı mutlak olmaz. Mesela içinizden ne geçtiğini ben bilmem; ama siz bilirsiniz. Münâfıkların kalplerinde olanlar, gayb-ı mutlak değildir. Çünkü onlar, kendi içlerini bilirler. Ama âyet-i kerime Hz. Muhammed (sav)'ın onların kalplerinde olanı bilmediğini açıkça ifade ediyor. Şöyle buyruluyor: "Çevrenizdeki kimi çöl Arapları münafıktır. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, onları biz bili*riz." (Tevbe 9/101)

ŞEYH EFENDİ- Bir konuda araştırma yapılırken konu ile ilgili bütün detaylar toplanmazsa doğru sonuca ve hakikate ulaşılamaz. Bir âyet-i kerimeyi delil olarak ileri sürüp o konudaki başka âyetleri nazar-ı dikkate almamak nâkıslıktır, kusurdur, suçtur, mânevî bakımdan da büyük tehlikedir. Evet, Enâm suresinin 50. âyet-i kerimesinde: "De ki: Ben size, Allah'ın ha*zine*leri yanımdadır, demiyo*rum. Gaybı da bilmem. Size, "ben bir meleğim." de demiyorum. Ben bana vah*yolu*nandan başkasına uymam." buyruluyor ama; Yusuf suresinin 96. âyetinde Hz. Yakup aleyhisselamın; "... ve ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (bana bildirildiği için) biliyorum." de*diği anlatılıyor.

BAYINDIR- Kendi sözünüzü kendiniz çürütüyorsunuz. "Bir kimsenin kalbinde, zihninde, niyetinde, içinde sakladığı şey bilinebilir, adetâ okunabilir", ise Yakup aleyhisselam Hz. Yusuf'u kuyuya atmaya karar verdikten sonra götürmek için izin isteyen oğullarına onu neden teslim etti? Peki ya Yusuf'u kuyuya attıktan sonra ağlayarak yanına gelen oğullarının kalplerinde olanı oku*yup da bur*nunun dibindeki kuyuda olan oğlunu neden kurtaramadı?

Biraz düşünseniz Yusuf suresinin 96. âyetinin de size delil olmadığını anlarsınız. Surenin başında Hz. Yusuf, gördüğü bir rüyayı babası Hz. Yakup'a anlatmış, o da onun Allah'ın elçisi olacağını anlamıştı. Bu sebeple, birgün ortaya çıkacağına inanıyordu. Ayetler şöyledir: Yusuf babasına: "Babacığım! Rüyamda on bir yıldızı, güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm" demişti. Babası dedi ki; "Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sana tuzak kurarlar; çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır". "Rabbin seni rüyandaki gibi (elçi) seçecek, sana olayları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakup soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir." (Yusuf 12/4-6)

11 yıldız Hz. Yusuf'un 11 kardeşi, Güneş ve Ay da anne-babası diye yorumlanmıştı. Günün birinde bunlar onun karşısında saygıyla eğileceklerdi. Hz. Yakup, bunu bekliyordu.

"Müjdeci gelip, gömleği Yakup'un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakup "Ben size, Allah katından sizin bilmedi*ğinizi biliyorum dememiş miydim?" dedi." (Yusuf 12/96)

Gaybı bilmeye delil getirdiğiniz âyet işte bu durumu ortaya koyuyor.

Sizin sözleriniz müritleri iyice şaşırtıyor. Mesela Medine-i Münevvere'de hacılarla sohbet ederken gaybı Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceğinden bahsettim. Müridelerinizden bir hanım dedi ki, “Siz öyle söylüyorsunuz ama ben biliyorum ki, benim şeyhim gece yatakta kaç kere sağa sola döndüğümü bile bilir.”

ŞEYH EFENDİ - (İleri atılarak) Allah bildirirse bilemez mi? Allah'ın buna gücü yetmez mi?

BAYINDIR - Allah'ın gücünün yetmediği ne var ki? Ama Allah'ın gücüyle delil getirilmez. Allah dilese Hz. Muhammed'i cehenneme, şeytanı cennete koyamaz mı? Onun buna gücü yetmez mi?

ŞEYH EFENDİ - Elbette yeter.

BAYINDIR - Ama o, şeytanı cehenneme koyacağını Hz. Muhammed (sav)'i de cennette Makâm-ı Mahmud denen en üst makama getireceğini bildirmiştir. Bütün gaybı bilen Rabbimiz şöyle buyurur: "Allah, size gaybı bildirecek değildir." (Al-i İmran 3/179) O böyle dedikten sonra artık kim bunun aksini iddia edebilir?

ŞEYH EFENDİ - Ama Allah Teâlâ bir de şöyle buyurur: “O bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz. Ancak dilediği elçi bunun dışındadır.” (Cin 72/26-27) Evliya Allah'ın Elçisi'nin varisi olduğu için Allah'ın Elçisi'ne açıklanan onlara da açıklanır.

BAYINDIR - O âyetler, Elçilere vahyin geliş şekliyle ilgilidir. Doğru anlamak için âyetlerin tamamını okumak gerekir.

“Allah bütün gaybı bilir, gaybını kimseye açıklamaz. Dilediği elçi, bunun dışın*dadır. Onun da önüne ve arkasına gözcüler diker. Böylece o (elçi) bilsin ki, onlar Allah'ın gönderdiklerini tastamam ulaştırmış, (kendisi de) onların yanında olanı anlamış ve her şeyi bir bir kavramıştır. “(Cin 72/26-28 )

Allah'ın elçisine şeytan da gelebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şey*tanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hacc 22/52)

Bazı tefsirlerde Enâm suresinin inişi ile ilgili Enes b. Malik'ten gelen şöyle bir rivayetten söz edilir: "Allah'ın Elçisi şöyle dedi: Kurân'dan Enâm sûresinin dışında bir sure bana toptan inmedi. Şeytanlar bu sure için toplandıkları kadar hiçbir sure için toplanmamışlardı. Bu sure bana, Cebrail ile birlikte elli bin melekle gönderildi. Bunu kuşat*mışlar, bir düğün debdebesiyle getirdiler."

Elçinin, kendine gelenin melek olduğuna ve söylediği söze şeytan vesvesesi karışmadığına güvenmesi gerekir. Allah’ın vahiy esnâsında elçinin etrafına melekler dizmesi bundandır.

Vahyin gelişi ile ilgili bir âyeti alıp gaybın bilinebileceğine delil getirmeye imkan var mıdır?