Lev Nikolayeviç Tolstoy, ‘Savaş ve Barış’ ile ‘Anna Karanina’yı, yazdıktan sonra 1880 yılında yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli, bir moral çöküntüsüne uğradı ve bunu, “İtiraflarım” (1882) adlı eserinde şöyle anlattı: “Çevremizdeki yaşamla ilişkimi tamamen kestim.” Geniş halk yığınlarının, özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Toprağı işlemeye başladı, malını mülkünü köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kabasaba giyiniyor, giydiği her elbiseyi kendisi dikiyordu.
Dünyanın değişmesinin bireysel kol emeğiyle gerçekleşebileceğine inandı, şiddete karşı çıkıp, barışı savundu, ve Yasnaya Polyana’dan hiç ayrılmadı. Değişmeyen tek tarafı bakıp usanmadan yazmasıydı. ‘İtiraflarım’ adlı günlükleri de hep bu yılların ürünüdür. Bu dönemde yazdıklarında gerçeği arayış en ön plandadır.
Tolstoy’un ara ara tuttugu günlüklerden oluşmuş bu kitap, Tolstoy’un düşünce dünyasını, kendi düşünsel gelişimini anlatmaktadır. Hayatı sorgular, bilmek acı verir çıkarımını yapar. İçinde bulundugu sosyal sınıfın yaşantısına yabancılaşır, sıradan insanların yaşantısına uymaya çalışır, kendini dine verir, kilisenin saçmalıkları onu bundan soğutur, ailesini terkeder, insanları mutlu etmek için yaşamak noktasına gelir. Tolstoy’un arayışlar içinde geçen ömrü boyunca düşüncelerindeki değişime tanık oluruz. Roman, büyük yazarın inanç ile inançsızlık arasında kaldığı ince çizgiyi bize kendi ağzından anlatır.
“Bir seyyahla, onun çölde karşılaştığı yırtıcı hayvanları anlatan o şark masallarını kim bilmez ki. Seyyah, hayvandan kurtulmak için susuz bir kuyuya atar kendini. Orada, kuyunun dibinde bir ejderha görür. Onu yutmak için ağzını açmıştır. Yırtıcı hayvan tarafından parçalanmamak için yukarıya çıkmaya cesaret edemezken ejderha tarafından da yutulmamak için aşağıya atlayamayan bu zavallı, kuyunun duvar taşları arasındaki bir dalı yakalar ve ona sımsıkı tutunur. Elleri uyuşur ve az sonra, her iki tarafta bekleyen felaketin kucağına düşeceğini hisseder, ama hala sımsıkı yapışıp durmaktadır dala. O sırada biri beyaz biri kara iki farenin onun tutunduğu dalın çevrisinde dolaşıp dalı kemirmekte olduklarını görür. Birkaç dakikası vardır. Dal kopacak ve o da canavarın ağzının içine düşecektir. Seyyah bunu görür ve kurtulma şansının olmadığını bilir, ama havada debelendiği sürece, çevresine bakınmaktadır. Çalının yapraklarından bal damlaları görür. Dilini uzatıp bunu yakalamaya koyulur. işte ben de aynı, beni parçalamaya hazır olduğunu bildiğim halde, hayatın dallarına tutunuyorum ve bu azaba niye düştüğümü bir türlü aklım almıyor ve şimdiye kadar bana teselli vermiş olan balı emmeyi deniyorum. Ama bal bana tat vermez oldu artık; beyaz ve siyah fareler gece gündüz tutunduğum dalı kemirmekteler…”