İçinde bulunduğumuz modern çağ, insanı adeta hız tutkunu haline getirdi. Yemek yememizden alışkanlıklarımıza kadar her şey baş döndürücü bir hızla seyrediyor. Gözümüz sürekli saatte, daha çabuk, daha hızlı olmak için yarışıp duruyoruz. Her şeyin bir an önce çabuk gerçekleşmesini istiyoruz. Devamlı bir koşuşturma, gerilim ve stres içinde, panik atak halindeyiz. İbadetlerimizde bile aceleciyiz. Aceleciliğimiz yüzünden hiçbir şeyin tadını alamıyoruz.
Çocuklarımızı yetiştirirken de acele ediyoruz. Onlar için gerekli olup, zaman içinde yaşamaları gerekenleri, onlara sıkıntı olmasın, çabuk olsun diye, onların yerine acele ile biz yapıp, kabuğu dışarıdan delmeye çalışıyor. Sonrada şikayet ediyoruz.
Oysa evrende aceleye yer yoktur. Yumurtadan çıkan civciv, meyve veren ağaç, her şey durur, zamanını bekler. İpek böceği, içerisinde bulunduğu kozasını tekamülünü tamamladığı süreç sonunda, zamanı geldiğinde kendisi deler ve kelebek olarak özgürlüğüne uçar. Bu süreci çabuklaştırmak için acele ile dışarıdan kozayı veya yumurtayı delmeye kalkarsanız içindeki varlığın doğmadan yok olmasına sebebiyet verirsiniz.
“Her şey vaktini bekler, Ne gül vaktinden önce açar, Ne güneş vaktinden erken doğar. Bekle, senin olan sana gelecektir.”(Hz.Mevlana)