Çakır Gözlü, Boşnak Bilge… Bosna…
İslam’ın sıcak Ortadoğu ülkelerinden kopup ulaştığı iklimiyle farklı, coğrafi konumuyla uzak, imani boyutuyla aynı ve yakın ülkesi.
Direnişse, tarihinde Ortadoğu ülkeleri kadar direnmiş güzel insanlar coğrafyası.
11 Sene önce Bosna en büyük kaybını yaşadı. 19 Ekim 2003’te özelde Bosna’nın, genelde İslam aleminin Bilge Kral’ı Aliya’yı kaybettik.
Yıllarca Sırplarla yapılan savaşta bir çok kayıp vermişti Bosna, ancak hiçbirisi Bilge Kral’ın kaybı kadar büyük bir gedik açmadı hem Bosna halkının, hem de dünya çapında yaşayan Müslüman toplumların bağrında.
Hem bilgeydi, hem kral…
Şaşalı bir hayat değildi onu kral yapan, bilgeliğini yöneticilik kabiliyetiyle pekiştirebilmiş tam bir önder olmasıydı. Halkının gönlünde taht kurmuştu taçsız kral, şanı sınırları aşmış tüm İslam coğrafyasında hem bilgeliği hem bilgeliği hem de devlet başkanlığı sıfatıyla saygı, sevgi ve teveccühe mazhar olmuştu.
Bugün adına İslam ülkeleri dediğimiz, yöneticilerinde İslami noktada zaaf ve tavizden geçilmeyen birçok devlet adamına bakınca Bilge Kral’ın yokluğu içimizi sızlatmaya yetmeli değil mi ?
İzzetbegoviç’e göre, insanı yaşatan, daha doğrusu onu insan gibi yaşatan tek şey, maddi değerler değildir.
Eğer yalnızca maddeye bağlı bir yaşam sürmekte ısrar ederse, bu kez insan sıfatını kaybeder ve bir tür hayvan olur.
19. yüzyılın materyalist felsefesi ile ayartılan Batı medeniyeti ise, Hıristiyanlık’taki manevi özden tümüyle kopmuş ve tamamen maddeye dayalı bir zihin yapısını benimsemiştir.
Bu dönüşümden sonra Batı’nın bir kesimi için yegane hedef maddesel gelişim olmuştur; daha zengin bir toplum, daha çok üretim, daha dengeli bir paylaşım, daha çok ev, araba, yiyecek, lüks vs. Bu motivasyon büyük bir uygarlığın yaratılması ile sonuçlanmıştır.Batı’nın bir kesimine hayranlık duyanların gözü, işte bu uygarlıkla kamaşmakta ve Batı’yı her yönden ileri bir toplum olarak görmektedir.
Oysa bir toplumun maddi yönden “uygar” olması, onun aynı zamanda yüksek bir manevi “kültür”e sahip olduğu anlamına gelmez. İnsanı insan yapan şey ise, asıl olarak bu manevi kültürdür.
İki kavram arasındaki farkı, İzzetbegoviç şöyle açıklar: Kültür, dinin insan üzerindeki ya da insanın kendi üzerindeki etkisinden ibarettir, uygarlık ise zekanın doğa ve dış dünya üzerindeki etkisi anlamına gelir…
Kültürün amacı terbiye sayesinde kendi kendine hakim olmak, uygarlığın amacı ise bilim sayesinde doğaya hakim olmaktır.
Seküler medeniyet, maddi yönden yüksek bir uygarlıktır ama manevi kültür yönünden son derece ilkeldir.
Din reddedildikten sonra, insan ruhunun terbiyesi ve eğitimi gibi kavramlar yok olmuş ve bunun sonucunda Batı medeniyetinde barbarlaşma eğilimi güçlenmiştir.
Nazizim, komünizm gibi Batı ürünü totaliter ideolojiler, bunun en çarpıcı sonuçlarıdır. İzzetbegoviç, aynı barbarlığın Romalılar için de geçerli olduğunu söyler. Ona göre Roma, manevi kültürden yoksun bir yüksek uygarlığın örneğidir ve Romalılar “medenileşmiş barbarlar”dır.
Pax Romana bu yüzden barbar ve kanlıdır; büyük bir maddi uygarlık ürünü ve bir mimari şaheseri olan Colesium, içinde insanları aslanlara yedirmek için yapılmıştır.
İnsanın hem maddi hem de manevi yönden yükselmesi ise, İzzetbegoviç’in de söylediği gibi, Allah’ın son vahyi olan İslam’a sarılmasıyla mümkündür.
Bu gerçeği hayatı boyunca savunan kahraman ve Bilge Kral, asla unutulmayacak..