Bugün dünyanın çevresinde dolanacağız ve bilincimizi korku ve dehşetle çılgına döndüren korkunç şeylerle dolu 8 yerleşim yerine bakacağız. Kimine göre içinde bazı korkutucu şeyler içeren şehir efsaneleri, kimine göreyse bize korkunç görünen ama bunları uygulayanlar için sıradan olan tuhaf kültürel gelenekler bulunmaktadır. Yine de bütün bunlar sizin rüyanıza karışacak ve sizi belirli bir süre boyunca karanlıkta bırakacak.


Sizi bekleyen derinliklere rahatça götürebilmek için (gerçek anlamıyla) parlak bir yere bakacağız. Hindistan’ın Himaçal Pradeş bölgesiyle başlayacağız:




(8) Jwala Devi Tapınağındaki Sonsuz Alevler



Bu Hint Tapınağı söylentilere göre yerde bulunan 9 tane kayadan yükselen ve durmadan yanan alevleriyle ünlü. Efsaneye göre bunların tükenmesi mümkün değildir ve aynı zamanda bunları neyin ateşlediği de hiç görülmemektedir. Bu Tanrıça’nın kendisinin orada bulunduğunun bir kanıtı olarak görülmektedir, bu yüzden orada başka herhangi bir idol (put) yer almamaktadır.

Hint geleneklerine göre, Şiva’nın birinci eşi Sati yoga güçlerini kullanarak kendini kurban etti. Şiva aşırı sinirlenip kendini kaybetti. Onu sakinleştirmek uğruna Tanrı Vişnu Sati’nin vücudunu 51 parçaya bölüp şimdi her bir yeri kutsal toprak olan Hindistan’ın çeşitli yerlerine dağıttı. Sati’nin dilinin konduğu yer ise Jwala Devi tapınağı oldu, alevler de bugün hala yanmakta.

Bilim ise daha değişik bir açıklama öne sürüyor. Tapınağının haricinde, Jwalamukhi kasabası da Hindistan’ın petrol ile doğal gaz yataklarına ev sahipliği yapıyor. Bu bölge ilk kez 1835’te incelendi ve keşfedilmiş doğal gaz yatakları 1980’lere kadar kazıldı. Petrole hiç denk gelinmediği için bu madenlerin hiç birisi ticari değer taşımadı, ama bu alevlerin yakından bir incelemesi tapınakta her gün rahipler tarafından yakılan bakır boruları ortaya çıkardı. Dışarıdaysa taş çukurdaki su sürekli kabarıyor ve bu da içinde doğal gazın bulunmasına bir kanıttır. Ancak bakır boru hatlarının belediye hizmetinden mi olduğu yoksa yerel kaynaklardan mı beslendiği açık değil.


(7) New Haven’in Bodrumundaki Mezarlık



Eski kiliselerin alt katlarında cesetlerin gömüldüğü bölümlerin olması sıradışı bir şey olmasa da New Haven’daki Merkezi Kilisede tıpkı normal bir mezarlıktaki gibi 6 ayak derinliğinde sandık içerisinde, uygun bir taşla birlikte bedenler gömülü bulunmaktadır. Bu Merkezi Kilisesi’nin zemininde yürümek herhangi bir mezarlıkta yürümek gibidir. Peki, Merkezi Kilise neden böyle bir şey yaptı?

Yanıtın kendisi tüm basitliğiyle zarafetini ortaya çıkıyor. Mezarlık daha önceden orada vardı, kilise de 1812’de bedenleri rahatsız etmemek için doğrudan onun üstüne kuruldu. Çevresindeki toprak yeniden yapıldığı için kilise sanki yer ile aynı yüzeyde gibi görünse de içine adım atıldığında asıl yükseklik o zaman görülüyor. Nemin taşları aşındırıyor olması bir sorundu, bundan dolayı suyu kendine daha iyi çekebilmesi için yer kurutulmuş tuğlalarla döşendi. Bu değişikliğin dışında, 1812 öncesi asıl mezarlıkta gezinip gezinmediğinizi asla anlayamayacaksınız.


(6) Mapimi Sessiz Bölge




Meksika’nın kuzeyinde “La Zone del Silencio” (Sessis Bölge) bulunmaktadır. Söylentilere göre çölün oldukça uzağında bulunan bu yerde radyolar, pusulalar ve elektronik eşyalar işlevsiz duruma geliyor. Bir sürü UFO öyküsünün olması gibi manyetik girdaplar, uzaylıların ziyaretleri, mutasyon geçirmiş bitkiler ve hayvanlar ile aklınıza gelebilecek herhangi bir garip olay burayla ilişkilendiriliyor. Herhangi bir resim ya da belge yok, sadece salt öyküler ile hayalet masalları söz konusu.

Peki, bu öyküler nereden çıktı? Aslında 1970’e kadar hiçbiri ortada yoktu. Yeni Meksika’daki Beyaz Kum Roket Silosundan (White Sands Missile Range) fırlatılan bir Amerikan Athena füzesi yolundan saptı ve Bolson de Mapimi çöl ovasına çarptı. Birleşik Devletler Ordusu yeri tespit edip yakıtla kirlenmiş toprağı dahil ortadaki karışıklığı temizledi. Temizlik sırasında ordu tarafından kiralanan birkaç yerliden biri olan Jaime adında yerel bir adam bu işten para kazanabileceğini düşünerekten bir otelin yapılmasından da bahsederek bu hikayeyi gazetelere anlattı. Jaime barda yer alan bir kavgada öldürülmesiyle planları suya düştü, bu yüzden geriye onun ektiği şeylerden çıkan hikayeler kalmıştır.


(5) Okinawa’daki Yeraltı Mezarlığı



İkinci Dünya Savaşı, Okinawa adasında birçok yeraltı sığınağının yapılmasına şahit oldu, ancak bunlardan özellikle bir tanesi korkunç bir geçmişi sahip idi. Japon Deniz Kuvvetleri’nin Okinawa Bölge Merkezi, Okinawa Donan Üssüne tepeden bakan dağ kenarının içinde yer alan 450 metre uzunluğundaki tünellerin içerisinde inşa edilmişti. Tünel 1950’lerde açıldığında 4.000’den fazla Japon askerinin kalıntıları bulundu.

Peki neden? Birleşik Devletlerin deniz güçleri Haziran 1945’te Okinawa’ya çıktığında Amiral Minoru Ota -Oroku Yarımadası kuvvetlerinin komutanı- bütün güçlerine kendilerini öldürmelerini emretti. Sığınağın içindeki 4.000 askerle birlikte kendisi de ölürken, salt emre uymayıp da Amerikalılarla umutsuzca saldırıya geçen birkaç kişi de oldu. El bombalarından kaynaklanan hasar ise hala iç duvarların üzerinde görülebiliyor.

1970’ten beri merkezlerin çoğu halka açıldı.


(4) Roopkund’daki İskelet Gölü



Hint Himalayaları’nda 5.000 metre irtifada bir futbol sahasından daha küçük boyutta bir göl var. Sahil şeridi boyunca en az 600’den fazla bireyin iskeletleri bulunuyor. Hiç kimse onların kim olduğu, orada ne yaptıkları ya da nasıl öldükleri konusunda bir şey bilmiyor.
Bulunduğu yer öyle ulaşılmaz bir yer ki, bütün teoriler suya düşüyor.

Son yapılan çalışmalar buldukları yanıtlar kadar yeni sorular da üretiyor. Karbon tarihleme yöntemiyle, 30 yıllık yanılma payıyla 850 yılı civarlarında öldüklerini biliyoruz. 31 tane iskeletten alınan DNA örneklerinden gelen sonuçlarla en azından iki değişik etnik grup olduğuna eminiz. Kısa boylu olan kabiledekiler olasılıkla hamaldı, daha uzun boylu adamlar ise Maharaşta’dan. Çoğu yetişkin adam olmakla birlikte aralarında kadınlar hatta bir kaç tane genç bile vardı. Herhangi bir silah bulunmadığı gibi onların sıradan insanlar olmadığına dair de herhangi bir kanıt yoktu.

Bir şehir efsanesi oradaki bütün kişilerin tam olarak aynı nedenden dolayı öldüğünü söylemekte: Kafataslarına sert bir darbe almaları onların sıradışı bir güce sahip olan tipi ile öldüklerini belirtmektedir. Yine de, sadece bir çalışma böyle bir sonuca ulaşmıştır ve kafatasların birçoğu böyle bir tür darbe izine sahip değildir.

Bu kadar büyük bir grubun böylesine uzak bir yerde bulunmasına ilişkin olası bir neden onların 12 yılda bir Nanda Devi adlı Tanrıçanın takipçileri tarafından uygulanan hac yolculuğunda olmalarıdır. Peki ama nasıl öldüler? Donma ya da çığ pek olası değil, hac kışın yapılmıyor, Roopkund Gölü de dağın tepesine çok yakın bu yüzden çığ felaketlerinden kaynaklanmış olamaz. Salgın, savaş, toplu intihar ya da büyük dolu taneleri de bu durumda da dışlanmamalı. Kemikler henüz bütün sırlarına ortaya dökmüş değil.