MUSTAFA KEMAL ATATÜRK' ÜN ÇEVRE VE DOĞA ANLAYIŞI
Mustafa Kemal Atatürkün de anılarında bahsettiği gibi babası Ali Rıza efendinin, ölümünden sonra dayısı Hüseyin ağanın yanına yerleşirler. Hüseyin ağa Selank'e 30 km uzaklıktaki Langazada Rapla çiftliğinde kahyalık yapmaktaydı. Burada, ovanın yazın kurak, kışın batak olan kırmızı toprağında çeşitli ekinler yetişiyor ve hasattan sonra ekin diplerinde hayvanlar otluyordu. Mandalarla çift sürülürken peşlerinden giden uzun bacaklı leylekler saban izleri gagalıyor ve gıcırtılı kağnılar ürünleri pazara taşıyordu. Yeşilin, toprağın, suyun ve gübrenin kokusunu içine çeken Mustafa Kemal ömründe ilk olarak toprağa ve tabiata karşı bir sevgi duymaya başladı. Açık havada yaşamaktan hoşlanıyor, çiftlik işlerinin kolayca üstesinden geliyordu. Yeşille, toprakla, kuşla, böcekle kısacası doğayla iç içe olduğu çiftlik yaşamının Atatürk'ün kişiliğinin oluşmasında önemli bir yer tuttuğu söylenebilir. Çünkü O yaşamı boyunca çiftlikler kuracak, hayvan yetiştirecek ve ağaçlandırmaya büyük önem verecektir.
BURASI VATAN TOPRAĞI KADERİNE TERK EDİLEMEZ
Atatürk'ün doğayı ve ağacı sevmesinin en belirgin örneklerinden biriside hiç kuşkusuz Atatürk Orman Çiftliğidir. AOÇ Müdürlüğü ve 1927 den 1952 ye kadar millet vekilliği yapan Tahsin Coşkan, o yıllarda genç bir ziraat mühendisidir. Atatürk bir gün "Gel Tahsin seni bir yere götüreceğim, fikrini almak istiyorum" der. Birlikte giderler. Tahsin bey Ata'nın gösterdiği yere bakar. Burası bataklık, sivrisinek içerisinde, hayvan leşlerinin olduğu berbat bir arazidir. Atatürk, bütün masrafları cebinden olmak üzere burayı bir çiftlik yapmak istediğini söyler. Tahsin Bey: "Paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir, ya da zamanınızı. Neden bu kadar mümbit topraklar varken burayı tercih ettiniz?" der. Atatürk'ün cevabı kesindir: "Ben zor olanı yapayım da siz arkamdan kolayları nasılsa yaparsınız" Tahsin bey "Paşam burada bir şey yetişmez pek uğraşmayın" diyerek karşılık verir. Atatürk bunun üzerine: "Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele, bana da resmi rapor getir." Tahsin Coşkan gereken incelemeyi yaptırır ve " Burada bir şey yetişmez" yazılı ziraatçiler tarafından bir yazıyı götürür. Atatürk yazıyı okur ve yanına aynen şu cümleyi yazar:"BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE TERKEDEMEYİZ" Gerçekten bir müddet sonra burası akasyalarla, köknarlarla, çamlarla ağaçlandırılır. Havuzlar yapılır bütün masrafları da Atatürk tarafından karşılanır. Atatürk Çok mutludur. Nebizade adlı arkadaşı bir gün " Paşam senden başka bir tek kişi burada ağaç yetişeceğine inanmadı. Peki, sen nasıl anladın burada orman olacağını?" der. Atatürk "Gel gel Nebizade gel... Şimdi anlatacağım sana. Hani, Tahsin Coşkan'ın burada bir şey yetişmez dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankayadan kaçtım. Buradaki köylere geldim. Köylüler beni tanımadılar. Ağalar dedim burada ağaç yetişmeyeceğini en kolay yoldan nasıl ispat edersiniz dedim. "Al dediler" bana bir testi su verdiler, birde kazma kürek. "Kaz orayı, iki gün sonra gel biz sana ne olacağını söyleriz" dediler. Ah... o iki gün Çankayada nasıl geçti, bir Allah bilir bir de ben. İki gün sonra gittim testiyi çıkarttım. Testinin içindeki su bitmişti. Köylülere uzattım. Dedilerki bana "Ağa testide su kalmamış, toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kuru olduğuna, biraz uğraş burada ne ekersen onu biçersin" ve hani Tahsin Coşkanın o raporu bana getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epeyce de ilerlemiştim" der.
YÜRÜYEN KÖŞK
"AĞAÇ KESİLMEYECEK BİNA KAYDIRILACAK" Büyük Önder Atatürk dünya ülkelerinin ancak 1970 li yıllardan sonra anlayıp düşünmeye başladığı çevre olgusunu 1930 lu yıllarda benimsemiş ve özellikle Yalovada gerçekleştirdiği bir olay yalnızca Türk insanına değil tüm insanlığa, çevreye verdiği önemin çok anlamlı bir göstergesi olmuştur. Atatürk bir gün çiftliğine gittiğinde köşkün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak, bunun nedenini sorar. Görevli bahçıvanın cevabı şöyledir:" Ağacın dalları uzamış, binanın duvarlarına dayanmış, duvara zarar vermesin diye dalı kesmemiz gerekiyor." Aldığı cevaptan tatmin olmayan Atatütrk, düşünülmesi bile imkansız bir emir verir: "AĞAÇ KESİLMEYECEK BİNA KAYDIRILACAK" Görev istanbul Belediyesine intikal eder. 8 Ağustos 1930 tarihinde, önce bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbuldan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim santim çalışılarak bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtulur. Artık binanın raylar üzerinden kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılması aşamasına gelinmiştir. Güzel ve sıcak bir yaz akşamında büyük Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Atadan, Vali vekili Muhittin bey, Emanet Fen Müdürü Ziya Bey ve Cumhuriyet Gazetesi baş muhabiri Yunus Nadi nezaretinde bina 4.80 m civarında kaydırılır. Bu olağanüstü ve riskli iş 10 Ağustos 1930 tarihinde tamamlanır ve ulu çınar ağacı da kesilmekten kurtulur. 10 Ağustos 1930 tarihli gazetelerden bu olayın haberini okuyanlar, ülkenin içinde olduğu onca önemli meseleler arasında bunun o tarihte ne ifade ettiğine belki bir anlam veremediler. Belkide bir çınar ağacının birkaç metrelik dalının kesilmemesi için bir köşkün kaydırılmasını hayretle karşıladılar. Çünkü o devirde ne ozon tabakası delinmesi vardı, ne global kirlilik, ne asit yağmurları, ne orman katliamı... Dünyada hiçbir ülkenin hiçbir devlet başkanının gündeminde dahi olmayan böylesine bir olayı gerçekleştiren aziz Atamızı şükran ve rahmetle anıyoruz.
ATATÜRK'ÜN AĞAÇ SEVGİSİ
Atatürk yalnız doğyı sevmekle kalmıyor, ağaçları, çiçekleri, yeşili de koruması altına almış bulunuyordu. Birgün şöyle diyecekti Sabiha Gökçen'e: "Sabiha kızım, ben hayattayken çiçeklerimle kendim meşgul oluyorum. Onlara bakıyorum. Biz bakmazsak dilleri var mı bizden su isteyecek, gübre isteyecek, ışıklı bir yer yada gölgelik isteyecek." Bir keresinde bir dal badem baharını vazo içinde gördüğünde Afet İnan'a yakınacaktı: "Bahar gelmiş ne güzel, fakat bu güzel çiçekler meyve vermeden solacak sade bizim bir kaç günlük göz zevkimizi tatmin edebilecek, ne yazık!" Çankaya' daki eski köşkün önüne dikilmiş akasya ağaçlarını, bahçıvanın biraz fazlaca budaması bile onu üzüntüye boğmaya yetiyordu.BAK BU BENİM İĞDE AĞACIM
Mustafa Kemali en çok düşündüren aynı zamanda da en çok dinlendiren olay, yeşil bir Ankara ve yeşil bir başkent yaratma projesiydi. Yeşil bir Ankara ama genelde yeşil bir dünya. Bu, Mustafa Kemal için yalnızca uygulanması gereken bir proje değil, kökü çok derinlerde bir tutku, bir aşk, bir özlemdi. O günlerin ağaçsız çimensiz Ankarasından nasıl rahatsız olduğunu buna nasıl üzüldüğünü bilmeyen yoktu. Çankayadan Meclise giden yol üzerinde bir tek iğde ağacı vardı o günler...Mustafa Kemal hiç ihmal etmez, arabası o yoldan geçerken, yanında kim varsa onun omuzlarından tutar: "Bak bu benim iğde ağacım " derdi.O ağaca aşıktı sanki, öylesine severdi onu. Bir gün aynı yere gelip aynı heyecanla: "Bak bu benim iğde ağacım " derken, ağacın yerinde olmadığını fark etti Paşa, gözlerine inanamadı. "Dur" dedi şoförüne, arabadan fırladı ve "Buradaki ağaca ne oldu;?" diye sordu, orada çalışan yol işçilerine. Ağaç kesilmişti çünkü yol genişletiliyordu. İğde ağacı ise yolun tam ortasında, devrilmişti. Büyük bir acıyla arabasına dönen Paşa yüzünü elleriyle kapamış ağlıyordu. Ağacını kesmişlerdi. Belki de arabadakiler ve yol işçileri, "Kötü bir iğde ağacı! Ne var bunda ağlayacak" diye soruyorlardı birbirlerine... Ama Gazi tek bir ağacın bile ne demek olduğunu biliyordu. Elbette ağladı. O ağaç; bozkırı yeşile dönüştürecek bir umut simgesiydi Gazi için...
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk' ün doğa ve ağaç sevgisinin göstergesi olan daha birçok olay vardır, örnek alınması gereken...
SON ARZUM YEŞİLLİK VE AĞAÇLIK ARASINDA OLMAKTIR
Uzun yıllar Atatürk'ün yakınında bulunan Afet İnan, O'nun son günlerinde yeşile duyduğu özlemini şöyle dile getirir: " Mustafa Kemal bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde özlemini duyduğu yer, bir çam ormanlığı idi. Buna yol açan kendisine hediye edilmiş, bir ormanlık ve çayırlığı gösteren tablodur. Bu tabloya; yattığı yerden uzun uzun bakar ve yanına gittiğimiz zaman: " Afet, bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat. Oralara gidelim, ağaçlar altında dolaşabileyim, basit bir hayata kavuşalım. Son arzum yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır" diyen acılı hasta sesi hala kulaklarımda yankılanıyor. O, hastalığının ağırlığını anlıyor ve belki kurtulamayacağını biliyordu. Fakat çevresindekilere ümitsizlik vermemek için yaşayacağı yeni çevreler arar gibiydi. Ancak, bugün anlıyorum ki yeşilliğin sonsuzluğunda son uykusunu uyumak istediğini bana vasiyet etmek istemiştir.
Atatürk'ün yeşile hayranlığı, Faruk Nafiz'in şiir parçasını tekrarladığı zamanlarda, ne kadar belli olurdu.
"Yeşil hem de,
Ben bu rengi taşırım can köşemde
Yeşilde ne ararda bulamaz insanoğlu
Yeşil bu... Varlık dolu, gök dolu, umman dolu
Bir ucu gözlerinde, bir ucu engindedir.
Bu çini rengindedir bahar, deniz, kır, orman..."
Atatürk çoğu zaman bu şiiri ya kendi okur ya da bir başkasına okutarak dinlerdi.BALTACI ÇİFTLİĞİ
T.C. ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlıuğının
Atatürk' ün Doğumunun 125. Yılı Anısına "Atatürk'ün Çevre ve Doğa Anlayışı"
yayınından derlenmiştir.