Neredeyse bütün devletlerde erkekler kadınların politik katılım talebine aynı şekilde itiraz ederek mesafeli durmuşlardır. Böylelikle politika erkeklerin dünyasına ait iken evdeki işlere uygun görülen kadınların “doğal” oylama hakları ileri sürülmüştür. Erkeklerin büyük bir çoğunluğu yetki alanlarını kadınlarla, özellikle de ilk olarak eşleriyle paylaşmak istememişlerdir. Erkekler kadınların sosyal rolleri yüzünden bağımsızca karar veremeyeceklerini düşünmüşlerdir. İngiliz reformcular, ailede eşler arasında politik ayrımlara sebep olabileceğinden, “1867 Reform Eylemi”ne dair kadınların seçme hakkını önlemişlerdir. Bu sebeple İskandinavlarda ve İngiltere’de ilk olarak bekâr ve boşanmış/dul kadınlar seçme hakkını elde etmiş ve idari gerekçelerle evli kadınlar da eşleri ile temsil edilmişlerdir.
Kadınlar cinsiyetlerinden kaynaklanan engellere karşı mücadele etmişlerdir, erkekler bu engellerle hiç karşı karşıya kalmamışlardır. Anneler Belçika, İtalya ve Ortodoks Bulgaristan’da yerel seçme hakkını elde etmişlerdir, bu ülkelerde annelerin bu ayrıcalığı elde etmesinin sebebi de çocuğu olmayan kadınlara nazaran toplumda daha değerli olmalarıdır. Bu düşünceye erkekler de hiçbir zaman karşı çıkmamışlardır.
Parlamenterler kadın seçme hakkının sözde beklenmeyen sonuçlarını en aza indirmek için kadınlara özel oylamayı olanaklı kılacak tüm biçimleri üzerine tartışmışlardır. Yunanistan gibi bazı ülkelerde kadınlar için sağlam bir eğitim oylama koşulu konulmuş; kadınlar, erkek seçmenlerin tam tersine okul eğitimlerini kanıtlamak zorunda kalmışlardır. İngiltere, Macaristan ve İzlanda’da ara sıra kadınlar için yaş koşulu uygulamışlardır. Böylece 30 ile 40 yaş arasındaki kadınlar seçme haklarını kullanmışlardır. Başka bir biçimi de ahlak koşuludur. Avusturya, İspanya ve İtalya’daki “sokak kadınları” ağır bir ayrımcılıkla karşı karşıya getirilerek seçme hakkından mahrum bırakılmıştır. Bu sırada bu kısıtlamaya dâhil olmayanlar seçme haklarını kullanmışlardır.