Bir çok oğul bilirim, baba öldükten sonra derin suçluluk duyguları içinde kıvranan…”
İnsanlar arasında, duyguların aktarılmasındaki zorluğu konunun uzmanları iyi bilir. Ve yine çok iyi bildikleri bir başka husus; duygusal ifadelerin en zorlandığı yer, “babalar ve oğullar” arasındaki duygulardır…
Anne-kız, anne-oğul, baba-kız ilişkilerinde duygular, “babalar ve oğullar” arasındaki ilişkiye nispeten daha kolay ve daha derinlikli ifade edilebilir.
Böyle olmasının bir çok “alt psikolojik” açıklaması var kuşkusuz…
Ancak tüm açıklamalar, teoriler bile; bu ilişkide yaşanan derin duygusal çatışmayı, ihtiyacı, savrulmaları ifade etmekte zorluk çeker, eksik kalır!
Diğer tüm ilişkilerde sevgi, yakınlaşma; “söylenebilen, gösterilebilen bir şeydir çoğunlukla”. Kişiler; “babalar ve oğullar” dışındaki tüm ilişki biçimlerinde sevgilerini söyleyemeseler de gösterebilirler çoğu zaman ve bu ifadeler bir zayıflık, yada kullanılma olarak algılanmaz…
Ancak, baba ve oğul arasındaki ilişki; ilginç diyaloglara, davranışlara, duygusal ifadelere sahne olur…
Oğul’un erkek olabilmesi için, “zorunlu” bir çatışma durumunu yaratırken, bencillik ettiği duygusuyla kavrulur evlat!
Aslında yaptığı şeyin olması gerektiğini kendisi de bilmesine rağmen, babaya söyleyemediği; ona ihtiyaç duyduğu, onu sevdiği, onun güvenine ihtiyaç duyduğu, onun kendisi için ne kadar çok önemli olduğuyla ilgili duygular, erkek olmak için yaptığı tüm çıkışları bencillik olarak hissetmesin neden olacaktır. Oğul, önceleri öyle olmadığını söylese de derinlerde bir yerde yaptıklarının bencillik olduğunu düşünür, söylemediği duygular yüzünden…
Babasına olan duygularını açamaz, çünkü korkar;
Duygularını kullanacağından, yapmak istediği her şeye; onunla ilgili duygularını kullanarak karşı çıkacağından ürker ve saklar “onunla” ilgili tüm hislerini…
Duygularını açmamasının, göstermemesinin başka bir nedeni ise bundan güç almasıdır.
Yani; o sertlikten, duygusuzluktan güç alarak babaya karşı durabilmesidir.
Mezarlıktan geçerken ıslık çalmaya benzer bu.
Bir işe yaramayacağını bilseniz de, kendinizi güvende hissetmenizi sağlar. Mezarlıkta sizi bekleyen tehlikeli şeylere haber salarsınız, “sizden korkmuyorum, ben buradayım”. Aslında korktuğunuzu bilirsiniz, ama o korkuyla baş etmenin başka bir yolu da yoktur o anda…
Oğul, duygularını açarak babaya karşı duramadığı için, yani “yapay” büyüdüğü için, yani; “savunma mekanizmalarına” ihtiyaç duyduğu ve onları kullandığı için, hayat içinde bunun acısını çeker…
Geçmişte; erkek olup güçlenirken, adam olmak, birey olmakla ilgili mücadele verirken en çok işine yarayan “savunma mekanizmaları”, babayı kaybettikten sonra “hayatının kabusu” olur “oğul’un”…
Derin bir suçluluk duygusuna kapılır…
Yaptığı her şey aslında; erkek olmak, büyümek için yapması gereken şeylerdir. Bunu kendisi de bilmesine rağmen; “onu severek karşı çıktığını, ona karşı çıkmasının onu önemsemediği anlamına gelmediğini, tüm isyanlarına rağmen içten içe ona çok ihtiyaç duyduğunu söyleyememesi, göstermemesi yani; babası olduğunu babasına hissettirmemesi, babasına karşı bencilce davrandığı hissini oluşturur oğul’un derininde …
Ve bu his öyle derindir ki…
Baba öldükten sonra, oğul’a kalan; geçmişin pişmanlıkları ve suçluluklarıdır…
Babasına sevgisini göstermeden, söylemeden, hissettirmeden “erkek olan / büyüyen” tüm oğulların, babalarının ölümünden sonra yaşayacakları “en büyük kaderdir” bu!
“Bu filmi izlemelisiniz…”
Babanın oğul’a, oğul’un babaya olan; o gizemli, çatışmalı duygunun içindeki isyan, nefret, güven, ihtiyaç, sevgi, koruma duygularının bu denli iyi aktarıldığı bir film izlemedim…
Kimse olmasaydı salonda, bir çok oğul hıçkırarak ağlamayı isterdi, ama olmadı; gözyaşlarıyla yetinmek zorunda kaldılar hepsi, çünkü erkektiler…