Bugün senden bahsettik dostlarla, adını andık sıkça. Kulakların çınladı mı? Anıları düşürdük masaya aklımızın tozlu raflarından, bir güldük, bir hüzünlendik ama çokça üzüldük.
Bu aşkın hakkı değildi böyle gitmek, bu aşkın hakkı değildin sen… Belki de böyle aşık olmak benim hakkım değildi, kim bilir? Veya tam da hak ettiğimiz yerdeydik…
Ne zaman adını ansam, ne zaman seninle ilgili birini görsem, boğazımın orta yerinde bir şeyler düğümleniyor. Seni anlatıyorlar ya bana, ağrıma gidiyor. Seni birinden dinlemek ağır iş, insanın çocuğunu başkasının büyütmesi gibi….
Sık sık küfür ediyorum ardından, muhtemelen hissediyorsundur. Bir gece yarısı mesela, kalbini bir şey sıkıyordur, daralıyorsundur da, adını koyamıyorsundur….
Bir de teşekkür ediyorum sessizce. Seninle yüz yüze geldiğimizde söyler miyim? Asla! Zaten yüksekte duran ve önünü görmeni engelleyen egonu daha da şişirmemek için söylemem ama teşekkür ediyorum.
Bütün yaşanmışlıklarım arasında, şimdi ben olmama sebep olan ve hayatımın altında büyük harflerle imzası duran sen olduğun için…
Yaptıklarımızı düşünüyorum, anılarımızı, yüzümde tuhaf bir tebessüm oluşuyor. Gözlerim doluyor, burnumun direği sızım sızım sızlıyor. Neden bir türlü başaramadığımızı düşünüyorum, aklım almıyor. Bir insanın böyle sevilmeyi neden eliyle ittiğini aklım almıyor.
Sonra kendimi düşünüyorum. Defalarca benzer hataları yapan birini neden defalarca affettiğimi de aklım almıyor. Kendime kızıyorum. Biraz sana bağırıyorum aklımda, biraz kendime bağırıyorum.
Sen duymasan da helalleşiyorum içten içe, seninle olan hesabımı kapatıyorum. Ne alacağımız kalsın birbirimize, ne vereceğimiz diye; hem bu dünya için, hem ahret için bütün yaptıklarımızı eşitliyorum. Seni affediyorum… Kendimi ise henüz affetmedim…