Şuraya öylesine bir uzansam, biraz uyusa ruhum, bedenim kendini bıraksa… Çok yorgun kalbim, hayatın hamallığından olsa gerek…
Ne varsa içimde kalan, geçmişten getirip yüreğimi kirlettiğim, ağırlığını veriyor üstüme. Hiç bozulmamış bir uykuya hasretim. Geceden sabaha giden o karanlık saatlerde, bir parça huzur için neler veririm!
Aşkı bulduğumu sandıklarımdan, aşkı kaybedenlerden, sevdaya sözüm ona inanlardan, konuşunca mangalda kül bırakmayanlardan ve hepsinin benimle karşılaşmasından yorgunum.
Yazmış, baharmış, kış gelmiş bana ne! Mevsimlerle derdim olmaz ki benim, mevsimine göre aşk satanlardan yorgunum.
Dur demekten, yapma demekten, görmekten, görebilmekten, anlamaktan, algılamaktan, önceden hissetmekten, sabretmekten yorgunum.
Hani şarkıda der ya: “Yorgunum hancı, şuraya bir yatak ser yavaş yavaş…” Bir hancı bulsam, yatağımı kendim sermeye de razıyım.
Gözlerime iğneler batıyor uykusuzluktan, kalbime saplananlar ise aşktan değil; insanlardan, insanlardan… Anlamayanlardan, ders almayanlardan, her seferinde aynı yerde yeniden düşenlerden, dinlemeyenlerden, kendini eğitemeyenlerden, sevmeyi öğrenemeyenlerden dolayı yorgunum.
Önceden kesiliyor herhalde cezası yaşamın. Yoksa bir yüreğin kaldırabileceğinden çok fazlasına nasıl razı olayım?
Bırakın beni çok yorgunum… Biraz dinlenebilsem toparlanırım. Hiçbir rüyamı ele geçirmeden kötülük, uyuyabilsem; tek bir gün acı görmeden çevremde akşamı edebilsem; bir tek yaşam öyküsüne bile umutla tutunabilsem, dinlenirim!
Neredeysen çık ortaya hancı, yatak falan da istemez. Başımı şöyle omzuna bir koyabilsem…