Farsça:
نه زنده ام از هجر تو اي شوح نه مرده
فرياد از اين نو وجود عدم آلود
«Ne zinde em ez hicr-i tu ey şûh ne mürde
Feryâd ez în nev vücûdî-i adem âlûd» (Yavuz Sultan Selim)
(Hasretinden ne diriyim ey şuh, ne de ölü;
Bu yokluk dolu yeni var oluştan feryâd!...)
هر روز خوش است منزلي بسپردن
چون آب روان و فراغ از افسردن
دي رفت و حديث دي چودي هم بگذشت
امروز حديث تازه بايد گردن
Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş
(Dün, dündü cancağızım,) Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım (Mevlânâ)
با عشق نشین که گوهر کان تواست
انکس راجو که تا ابد ان تواست
انرا بمخوان جان که غم جان تواست
بر خویش حرام کن اگر نان تواست
Aşk’la beraber ol, birlikte yaşa
Çünkü aşk, canın cevheri, özü, mayasıdır.
Gelip geçici sevdaların peşinde koşma,
Sonsuza kadar senin olacak dostu ara. (Mevlânâ)
ای دل تونه اى زر ازهستى آگاه
بنشين و مكن هرزهدر آيى هر گاه
هر جا كه رسى اول منزل آنست
راهيست بسى در از و عمر ى كوتاه
Ey gönül! Sen varlık sırrını bilmiyorsun;
Otur ve sürekli saçmalayıp durma.
Vardığın yer, ilk menzil orasıdır;
Çok uzun bir yol; fakat ömür kısa.
گرچه ابر کرم از چشمه حيوان بارد
بس ببارد به سر و لوُ لوُ و مرجان چه کنم
نيست بر لوح بصر غير خط زنگاری
چون نبينم رخ تو يوسف کنعان چه کنم
(Her ne kadar cömertlik bulutu, âb-ı hayât pınarından yağsa da,
Başa yağmaktadır, inciyi mercânı nedeyim?
Göz levhâsında pas rengi yazıdan başkası yoktur;
Senin yüzünü görmezsem, Yusuf'u, Kenân'ı neyleyim?)
هر جان عزيز كوشناسي رهست
داند كه هر آنچه آيد از كار كه است
برزادۀ چرخ و چرخ چون جرم نهي
كاين چرخ زكر ديدن خود بي كنه است
Gerçeği bilen, bu yolu tanıyan her aziz can bilir ki, başına ne gelirse gelsin hep O’ndan gelmektedir. O’nun takdir tezgahından çıkmaktadır. Dünyadan ve hadiselerden niçin şikayet ediyor ve dünyayı suçluyorsun? Bu dünya kendi dönmesinden sorumlu değildir. (Mevlana)
من بنده قرآنم اگرجان دارم
من خاك ره محمد مختارم
گر نقل كند جزاين كس از گفتارم
بيزارم از او وز اسنسخان بيزارم
Yâlnız Allah kelâmı Kur’an’ın kuluyum ben, ömrüm olduğu kadar,
Muhammed-i Muhtar’ın yolunun toprağıyım, sözün özü bu kadar.
Eğer birisi benden, buna aykırı bir söz naklederse bir zaman
Davacıyım o sözden ve onu söyleyenden. Bu günden haşr’e kadar… (Mevlânâ)
نزدي موسي نام جوبش شود عصا است
نزدي حق نام عصاي موسي شود اژدها است
Bize göre her şeyin adı görünüşe tâbidir. Fakat Hüda’ya göre her şeyin adı iç yüzündeki hakikate tâbidir. “Musa’ya göre sopasının adı asa, Yaradan'a göre o sopanın adı ejderha.”
هركجا آب روان سبزه شود
هركجا اشك روان رحمت بود
Her nerede akarsu olursa, yeşillik olur... Her nerede gözyaşı olursa, rahmet olur...
«Yusuf-ı güm-geşte bâz âyed be-Ken’ân gam ne-hor
Külbe-i ahzân şeved rûzî gülistân gam ne-hor» (Hâfız-i Şirâzî)
(Kaybolan Yusuf, Kenân’a yine gelir, gâm yeme; Hüzünler kulübesi, birgün yine gülistân olur, gâm yeme.)
«Nerdübanhâyist pinhân der cihân
Pâye pâye tâ anân-ı âsümân
Her güruh râ nerdübânî diger est
Her reviş râ âsümânî diger est
Her yek-i ez hâl-i diger bî-haber
Mülk bâ pehnâ vü bî-pâyân ü ser» (Mevlana, Mesnevi, V/2556-58)
(Yeryüzünde gizli merdivenler vardır,
Basamak basamak göğe yükselen merdivenler.
Her topluluğun başka bir merdiveni vardır,
Her yolculuğun eriştiği gök başkadır.
Yolculukların biri diğerinden habersiz.
Bir ülke ki ne başı ne sonu bulunmaktadır. )
«Dil bedest âver ki hacc-ı ekberest
Ez hezârân Kâbe yek dil bihterest
Kâbe bünyâd-ı Halil-i âzerest
Dil nazargâh-ı celil-i ekberest.»
Bir gönül yapmak, Hacc-ı Ekber'dir (En büyük hacdır.). Binlerce Kâbe yapmaktan bir gönül almak daha iyidir. Kâbe, Hz. İbrâhim’in binâsıdır; Gönül ise Yüce Allah’ın nazargâhı...)
«Hin merâ mürde mebîn ger zindei
Der kef-i şâhim niger ger bendei»
(Eğer kalp gözün açıksa beni ruhsuz ceset gibi görme. Eğer bende isen şahımızın keremine bak)
«Bâz küştem z`ânci güftem z`anki nist
Der-suhan ma`ni vü der-ma`ni sühan» (Hâkim Senâî)
(Şimdiye kadar söylediğim sözlerden vazgeçtim. Çünkü kalpte parlayan ince manaları anlatmaya yeteri kadar söz bulmak mümkün olmadığı gibi, o maksatla söylenen sözlerde de mânâ yoktur.)
«Dâne pusîde mûr kani` şüd
Ki o zi sünbül ser sebz-i mâ nebûd âgâh»
(Karıncanın kuru dane ile yetinmesinin sebebi, benim yeşil başağımdan habersiz olmasıdır.)
«Takdîr cuz rızâ-yı tu kârî ne-miküned
Peyveste tâ’at-ı tu edâ mîküned kazâ.»
(Kader, senin hoşnutluğunu kazanmaktan başka bir iş yapmıyor. Kâzâ ise dâimâ sana boyun eğmeye devâm ediyor.)
Be-neşinem o ser be pîş-i pâyet
Ben hizem o cân konem fedâyet
Ayakların yorgun başım için yastık olsun... Senin gibi can yoldaşı için bin can feda olsun...