Araştırmalara göre büyük Türk şairi Fuzuli, hem Safeviler, hem de Osmanlıların egemenlikleri devrinde Irak'ta yaşamıştır. Asıl adı Mehmet'tir. Şair, dünyaya ehemmiyet vermeyen, Allah'ın büyüklüğü karşısında ne kadar küçük olduğunu bilen bir kişi olarak Fuzuli mahlasını kullanmıştır.


16. yüzyıl Divan şiirinin , Türk Edebiyatı'nın tartışmasız en büyük şairidir.Divan şiirinin bütün kurallarını, söz sanatlarını büyük ustalıkla ortaya koymuştur. Şiirlerini Azeri şivesi ile söyleyen şair derin hassasiyeti ile gazellerine diğer şairlerinde bulunmayan bir özellik verir. Kuvvetli bir lirizme sahip olan şair, tasavvufi hayatla da yakından ilgilidir. Dert, elem, hüzün, bağlılık, samimilik gibi vasıflarla tezahür eden aşktan hiç bir zaman kurtulmayı istemez.


"Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib" diyen Fuzuli, bir başka şiirinde


Aşk derdinin devası kabil-i derman değil
Terk-i can derler bu derdin muteber dermanına


diyerek sevgiliye kavuşmak gibi bir derdinin olmadığını belirtir. O, aşka aşıktır.

Bende Mecnun'dan füzun aşıklık istidadı var
Aşık-ı sadık menem Mecnun'un ancak adı var


diyerek gerçek Mecnun'un kendisi olduğunu vurgular.


Fuzuli, eşsiz sanatı ve yüksek şahsiyeti ile çağdaşları üzerinde olduğu gibi , kendisinden sonra gelen hemen bütün Türk şairleri üzerinde de tesir icra etmiş en büyük şairimizdir.


Fuzuli'nin hayatı çok iyi bilinmemekle beraber bir çok yazarlardan bu çok bilgili ve derin şairin yoksulluk içinde yaşadığı anlaşılmaktadır. Fuzuli'nin hayatındaki yoksulluğu ve bunun şairin ruhundaki acı izlerini ortaya koyan eseri "Şikayetname"sidir.


Padişah fermanıyla Fuzuli'ye vakıfların gelirinden dokuz akçelik bir maaş bağlanır. Fakat vakıf görevlileri bu parayı şaire ödemezler. Fuzuli, elindeki padişah emriyle vakıf yöneticilerini yanına çıkar. Görür ki herkes kendi derdinde. Ortalık karma karışık. Kimse şairle ilgilenmez. Şair durumu "Selam verdim, rüşvet değildir deyu almadılar / Karırı gösterdim, yararsızdur deyu bakmadılar" diyerek ifade eder.


Herkesin kaşları çatık, yüzleri asıktır. Vakfın hiç parası olmadığını ancak, gelir artığı olunca kendisine ödeme yapılacağını söylerler. Bu da hiç olmamıştır. Çünkü artan geliri kendileri kullanırlar. Şair, bunun doğru olmadığını, haram olduğunu söylese de kimseye anlatamaz. Düzenin bozukluğu, insanların ahlaksızlığı, kütü gidiş karşısında büyük umutsuzluğa düşer.


Eserlerinden iyi bir eğitim gördüğü, İslami ilimler, İran edebiyatı ve tasavvufla ilgilendiği anlaşılır. "Sıhhat-ı Maraz" isim eseri, tıp bilimiyle ilgilendiğini gösterir. Farsça Divan’ının girişinde, "Fuzûlî" mahlasını, şiirlerinin diğer şairlerin şiirleriyle karışmaması için aldığını anlatır. "İşe yaramaz" "gereksiz" gibi anlamları olan "fuzûlî" sözcüğünü başka şairlerin kullanmayacağını düşündü. Ama "fuzûlî"nin bir diğer anlamı "erdem"dir.


Türkçe, Arapça ve Farsça'nın inceliklerini öğrendi. Şii mezhebine bağlıydı. Bütün yaşamını Kerbela'da geçirdi. Bağdat, Hille yörelerini gezdi. Şiirlerinin çoğunda tasavvuf konusunu işledi. Hazreti Ali'nin erdemli, olgun kişiliğiyle, bütün halifelerden ve peygamber yakınlarından üstün olduğunu anlattı. Hazreti Ali'ye duyduğu bu sevgi sonucu İran Şahı I. İsmail'e övgüler yazdı. "Beng ü Bade" isimli Türkçe mesnevisinde Hazreti Ali ve Şah İsmail'i övdü. Döneminin geleneklerine bağlı kalarak Kanuni Sultan Süleyman, Rüstem, Mehmet paşalar ile İbrahim Bey, Cafer Bey gibi dönemin büyüklerine de övgüler yazdı.


Şiirin temelinin ilim, özünün sevgi olduğuna inandı. Şiiri bütünlüğe kavuşturan sevginin yanındaki ikinci öğe ise sevgiliden ayrı kalışın verdiği üzüntüdür. Sevilen insan bir araç, onun varlığında görünür hale gelen Tanrı ise tek amaçtır. Fuzûlî'ye göre gerçek varlık Tanrı'dır. Bütün nesneler ve onları kuşatan evren, Tanrı'nın bir görünüş alanıdır. Varlık türlerinin en olgunu olan insan da Tanrı'nın gören gözü, işiten kulağı, konuşan dilidir. Doğruluk, iyilik ve erdem ahlakı oluşturur. Ahlaksızlık, iki yüzlülük, baskıcılık ve cehalettir. Erdem için doğruluğa, Kur'an'ın özüne bağlı kalmak gerekir. Oruç, namaz, zekat gösteriş için değil, insanın özünü kötülükten arındırmak, olgunlaştırmak içindir. Şiir, düşünce ve duyguları sergilemeye, insanı tanımlamaya yarayan bir sanattır. Şiir bir yaratma öğesi olan anlamlı ve özlü sözlerden kurulur. Fuzûlî'nin şiirinde halk dilinde kullanılan sözcüklere, deyimler ve atasözlerine de rastlanır. Hadislerden ve Kur'an'dan sıkça alıntı yapar.


Divan şiirinin bütün ölçü ve kalıplarını kullanır. Ama düşüncelerini akıcı bir söyleyişle asıl gazellerinde dile getirir. Düzyazıda da "Hadikatü's-Süeda" (Saadete ermişlerin bahçesi) eseriyle dinsel lirizmin en güzel örneklerini verdi. Mesnevi tarzında yazdığı "Leyla vü Mecnun" Osmanlı edebiyatının baş eserleri arasında yer alır.
ESERLERİ:


Hadikatü's-Süeda (1837, Kerbela olayını anlatan düzyazı)
Türkçe Divan (1838, 1958)
Sıhhat u Maraz (1940, tıp bilgileri)
Enis'ül-Kalb (1944)
Fuzûlî'nin Mektupları (1948)
Terceme-i Hadis-i Erbain (1951)
Leyla vü Mecnun (3 bin 96 beyitlik mesnevi)
Rind ü Zahid (1956)
Beng ü Bade (1956, 444 beyitlik Türkçe mesnevi)
Arapça Divan (1958)
Matlau'l İtikad (1962)
Heft Cam (tasavvuf içerikli, 327 beyitlik Farsça mesnevi)

MÜNÂCÂT


Ya Rab kerem it ki hor ü zârum
Dergâha besî ümmîd vârum


Toprakdan eyledün bir insan
Müstevcib-i akl û kâbil-i cân


Ger cân ise hâk-ı dergehindür
Ver akl ise sâlîk-i rehindür


Men cân içide gülşen-i hârum
Ve yine atil-i pür gubârum


Nem var kim lâf idem özümden
Mehv eyle benüm özümden


Ol gün ki yok îdi bende kudret
Kıldun mana gaybetümde rağbet


Can virdün ü sâhîb-i idil itdün
İdrâk-ı umûra kâbil itdün


Çün akl ile can emânetündür
Mende eser-î inâyetündür


Bunlârı menümle zâri kılmâ
Bir nîce azîzî hor kılmâ


Tâ kim bu makâmı terk idende
Senden mene azm îdüp gidende


Menden ceza île gitmesünler
Dergâha şikâyet itmesünler


Şom olmasun onlarâ visalüm
Olmasun onlardan infiâlüm


GAZEL


Benî candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı


Kamû bîmârınâ cânan devâ-yî derd eder ihsan
Niçin kılmaz banâ derman benî bîmâr sanmaz mı


Gamım pinhan dutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî vefâ bilmen inânır mı inanmaz mı


Şeb-î hicran yanar cânım töker kan çeşm-i giryânım
Uyârır halkı efgaanım karâ bahtım uyanmaz mı


Gül’î ruhsârına karşû gözümden kanlu âkar sû
Habîbım fasl-ı güldür bû akar sûlar bulanmaz mı


Değildim ben sanâ mâil sen etdin aklımı zâil
Bana ta’n eyleyen gaafil senî görgeç utanmaz mı


Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bû ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı


GAZEL


Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı
Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı


Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver
Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı


Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde
Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı


Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge
Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı


Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen
Ne temettu bulunur bende sadâdan gayrı


GAZEL


Ey gönül yârı iste candan geç
Ser-i kûyun gözet cihandan geç


Yâ tama’ kes hayat zevkinden
Yâ leb-i lâl-i dil-sitândan geç


Mülk-i tecrîddir ferâgat evi
Terk-i mâl eyle hân-ü-mandan geç


Lâ-mekan seyrinin azîmetin et
Bu harâb olacak mekandan geç


İ’tibar etme mülk-i dünyâya
İ’tibar-i uluvv-i şandan geç


Ehli dünyanın olmaz ahireti
Ger bunu ister isen andan geç


Meskenin bezm-gâh-i vahdettir
Ey Fuzûlî bu hâk-dandan geç


GAZEL


Gönülde bin gâmım vardır ki pinhân eylemek olmaz
Bu hem bir gam ki il ta’nından efgân eylemek olmaz


Ne müşkil derd olursa bulunur âlemde dermânı
Ne müşkil der imiş aşkın ki dermân eylemek olmaz


Fena mülküne çok azm etme ey dil çekme zahmet kim
Bu tedbîr ile def’i derd-i hicrân eylemek olmaz


Sakın gönlüm yıkarsın pendden dem urma ey nâsih
Hevâ-yi nefs ile bir mülkü vîran eylemek olmaz


Dehânın üzre lâ’lin istemiş dil def-i müşkildir
Görünmez hiç cürmü yok yere kan eylemek olmaz


Du’âlar eylerim benden yana bir dem güzâr etmez
Ne çâre sihr ile servi hırâman eylemek olmaz


Fuzûlî âlem-i kayd içre sen dem urma aşkından
Kemâl-i cehl ile da’vây-i irfân eylemek olmaz
GAZEL


Eyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünya nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey ü sahba nedür


Gerçi cânândan dîl-i şeyda içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dîl-i şeyda nedür


Vasldan çün âşıkı müstağnî eyler bir visal
Âşıka mâşukdan her dem bu istiğna nedür


Hikmet-i dünya vü mâfiha bilen ârif degül
Ârif oldur bilmeye dünya vü mâfiha nedür


Âh u feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi
Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür


GAZEL


Bilmez idüm bilmek ağzun sırrını düşvâr imiş
Ağzunı derlerdi yoh dedüklerince var imiş


Âciz olmuş yakmağa âhı ile kûhu Kûh-ken
Neylesün miskin anun ’ışkı hem ol mikdâar imiş

Daşa çekmiş halk içün Ferhâd Şîrîn suretin
’Arza kılmış halka mahbûbun ’aceb bî-’ar imiş


Ka’be ihrâmına zâhid dediler bel bağladı
Eyledüm tahkîk anun bağlanduğı zünhâr imiş


’Ömrlerdir eylerem ahvâl-i dünyâ imtihân
Nakd-i ’ömr ü hâsıl-ı dünyâ hemün bir yar imiş


Zevk-i dîdârı ile dir-dârun yoh etdüm varumı
Devlet-i bâkî ki derler devlet-i dîdâr imiş


Dün Fuzûlî ’ârızun görgeç revân tapşurdu cân
Lâf edüp derdi ki cânum var emânet-dâr imiş


GAZEL


Bilmez idüm bilmek ağzun sırrını düşvâr imiş
Ağzunı derlerdi yoh dedüklerince var imiş


Âciz olmuş yakmağa âhı ile kûhu Kûh-ken
Neylesün miskin anun ’ışkı hem ol mikdâar imiş

Daşa çekmiş halk içün Ferhâd Şîrîn suretin
’Arza kılmış halka mahbûbun ’aceb bî-’ar imiş


Ka’be ihrâmına zâhid dediler bel bağladı
Eyledüm tahkîk anun bağlanduğı zünhâr imiş


’Ömrlerdir eylerem ahvâl-i dünyâ imtihân
Nakd-i ’ömr ü hâsıl-ı dünyâ hemün bir yar imiş


Zevk-i dîdârı ile dir-dârun yoh etdüm varumı
Devlet-i bâkî ki derler devlet-i dîdâr imiş


Dün Fuzûlî ’ârızun görgeç revân tapşurdu cân
Lâf edüp derdi ki cânum var emânet-dâr imiş


GAZEL (iadeli)


Ey vücûd-ı kâmilün esrâr-ı hikmet masdarı
Masdarı zatun olan eşyâ sıfatun mazharı


Mahzarı her hikmetün sensen ki kilk-i kudretün
Safha-i eflake nakş etmiş hutûd-i alnteri


Alnteri mes’ud olan oldur ki tab’ı pâk ile
Kabil-i feyz ola lûtfundan safâ-yi cevheri


Cevheri ma’yûb olan nâkıs memen kim muttasıl
Sâdedür hattun hayâlinden zamîrüm defteri


Defteri a’mâlümün hattı-ı hatâdandur siyâh
Kan töker çeşmüm hayâl etdükçe hevl-i mahşeri


Mahşeri eşküm verir seylâba ger rûz-u ceza
Olmasa makbûl der-gâha sirişküm gevheri


Gevheridür ışk bahrınun Fuzûlî ab-ı çeşm
Lîk bir gevher ki lûtf-u hak anadur müşterî


TERCÎ-İ BEND


(Birinci Bend)
Ben kimem bir bî-kes ü bî-çâre vü bî-hânmân
Tâli’üm aşüfte ikbâlüm nigûn bahtum yaman


Nemlü eşkümden zemîn memlû ünümden âsmân
Âh ü nâlem nâvek ü peyveste ham kaddüm kemân


Tîr-i âhum bî-hatâ te’sîr-i nâlem bî-gümân
Mutassıl gam-hâne-i sînemde yüz gam mîhmân


Handa bir gam itse benden istesünler ben zamân
Yoh bana kayd-ı belâ vü dâm-ı mihnetden emân


Çıhdı can gönlümde endûh u gam ü mihnet hemân
Ey benüm cânum sen ü gönlüm senünle şâd-mân


Sensüz olman ayru mihnetden belâdan bir zemân
El-amân hicrân belâ vü mihnetinden el-amân


(İkinci bend)
Fâriğ idüm cümle âlemden bilür âlem beni
Ayb iderdi bî-haber sanub benî-Âdem beni


Koymadı devrân-ı çerh öz hâlüme hurrem beni
Şâd iken âlemde çerh itdi esîr-i gâm beni


Işk nâ-gâh oldı peydâ dutdı müstahkem beni
Saldı yüz sevdâya ol gîsû-yi ham-der-ham beni


Şimdü Mecnûn’dan gam-ı ışk içre sanman kem beni
Yâr hod kılmaz harîm-i vaslına mahrem beni


Sen ki mahremsen sabâ billâh anub her dem beni
Söyle ey gül kim sana baht eylemez hem-dem beni


Sensüz olman ayru mihnetden belâdan bir zemân
El-amân hicran belâ vü mihnetinden el-amân