1785'te İstanbul'da doğdu. 3. Selim dönemi kazaskerlerinden Sâlih Efendi'nin oğlu. Ailesinin aslı Konyalı. Babasını 14 yaşında iken kaybetti. Çocukluğu güç koşullarda geçti. İhtihara karar verdi. Kayıkla Göksü Deresi'ne gidiyordu. Hançerli Bey'in yalısının önünden geçerken Harçerli Bey'le görüşüp dost oldu. Onun aracılığıyla Hâlet Efendi ile tanıştı. Hâlet Efendi'nin korumasına girip rahat bir hayata kavuştu. Hâlet Efendi'nin 1822'de öldürülmesi sonrasında koruyucusunu öven sözler söyledi. Bu yüzden Keşan'a sürüldü. Bir yıl sonra İstanbul'a döndü. Rusya'ya savaş açılmasına karşı çıkınca bu kez Sivas'a sürüldü. 1829'da Sivas'ta sürgünde iken yaşamını yitirdi. Tanzimat Dönemi'nin ünlü devlet adamı Fuad Paşa'nın babası. Mevlevi olduğu biliniyor. Keşan'daki sürgün günlerini anlattığı mesnevi tarzındaki "Mihnet-i Keşan" adlı eseriyle büyük ün kazandı. Nazireci bir şairdir. Şiirlerindeki güçlü sanat dikkat çeker. Şeyh Galib'in etkisindedir. Babasının yaşal öyküsünü anlattığı "Devhat-ül mehamid fi tercümet-ül vâlid", Mihnet-i Keşan, Bahâr-ı Efkâr, Gülşen-i Aşk, Hazân-ı Âsâr ve Lâyihalar belli başlı eserleri. Bunlardan Bahâr-ı Efkâr ve Hazân-ı Âsâr divandır.


Mevlevi tarikatına bağlı , derviş ruhlu, olgun bir insan olan Izzet Molla, nüktedan bir şairdir.Dürüst tabiatlı, kendisine yapılan iyilikleri unutmayan bir insan olduğundan , çok iyilik ve iltifatlarını gördüğü Halet Efendi 'nin idamı üzerine , bu önemli adamın aleyhine dönmemiş, onun medheden, düşmanlarını yeren şiirleri yüzünden Keşan'a sürülmüştür. Keşan'a gidişini, yolculuğunu ve orada yaşadıklarını Mihnet-Keşan adlı eserinde hikayeleştirmiştir.Keşan'da ,Keşan caminin imamı ile yaşadığı hadise, enteresan bir hicviyedir.


Imam efendi, Keşan'a bir şairin sürgün edildiğini duyunca onu saz şairi sanmış.Bir gün Izzet Molla'dan saz çalmasını istemiş. Imam şaire şöyle demiş:


Işitdik ki siz şair-i şahsız
Maarif semavatına mahsız
Değil haddimiz gerçi çaldırma saz
Gönül bir iki nağme eyler niyaz


Molla , imamın cahilliğini anlamış fakat kalbini kırmak istemediğinden Keşan'a sürülmesinin sebebini de izah eden şu mısraları söylemiş :


Dedim bedce çıkmıştı avazımız
Stanbul'da terk eyledik sazımız
GAZEL


Aceb bu âteş-i firkatle kimler yane gönlümden
Demem kim yakma zîrâ korkarım dîvâne gönlümden


Vatandan kalmadı âmed şüd eyler âhdan gayrı
Ne ol meh-rûdan aldım bir haber hâlâ ne gönlümden


Olur rencîde-hâtır geçse gönlümden dahi vuslat
Nihân bir yol mu vardır hâtır-ı cânâne gönlümden


Yakıb yıkdı temelden Husrev-i aşkın sipâhîsi
Ümîd etmem imâret bir dahi vîrâne gönlümden


Büyük devletlidir sâhib-derûn ehl-i melâmetdir
Sakın sâkî sakınma bâdeyi mestâne gönlümden


Ne kara günlerinde mahremiydi zülfünün şimdi
O şûha var mı İzzet başka bir bîgâne gönlümden


Kilâb-ı der-geh'i Monlâ'ya ben mensûb olur muydum
Tevessül etmeseydim himmet-i merdâne gönlümden


GAZEL


Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb
Eyler anı müdâhane-i âlimân harâb


Bilmez ki iki kat yıkılır kendi halkdan
İstar cihân yıkıldığını hânüman-harâb


A'mâl-i hayr süllemidir kasr-ı Cennetin
Mümkin mi çıkma olsa eger nerdübân harâb


Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş havz tehî gül-sitân harâb


Çıkmaz bahâra değmede bîçâre andelîb
Pejmürde-bâl vakt şitâ âşiyân harâb


Elbetde bir sütûnu olurdu bu kubbenin
İzzet nihâyet olmasa kevn ü mekân harâb


Teslim olursa Pire madeng-i irâdesi
Olmaz diyâr-ı Rûm'da bir hanedân harâb

TÜRKÜ


Zülfündedir benim baht-ı siyahım
Sende kaldı gece gündüz nigâhım
İncitirmiş meğer ki seni âhım
Seni sevdim odur benim günahım


Aşkını saklarım gönlümde nihan
Gizlice gizlice ağlarım heman
El gibi cefadan söylemem figan
Seni sevdim odur benim günahım


Müptelayım senin ahu gözüne
Bakıp bakıp ah ederim yüzüne
Anladım uymuşsun eller sözüne
Seni sevdim odur benim günahım