1642'de Urfa'da doğdu. Asıl ismi Yusuf. İyi bir öğrenim gördü. Farsça ve Arapça öğrendi. 24-25 yaşında İstanbul'a geldi. Muhasip Mustafa Paşa'nın öhce divan katibi, sonra kethüdası oldu. Mustafa Paşa ile birlikte 1671'daki Lehistan seferine katıldı. Yazdığı "Fetih-nâme-i Kamançina" adlı risaleyle padişahın ilgisini çekti. 1678'de hacca gitti. Dönüşündü sunduğu "Tuhfet-ül Haremeyn" adlı eseriyle padişahtan samur kürk armağanı aldı. Mustafa Paşa'nın ölümünden sonra Halep'e yerleşti. Sadrazam Baltalı Mehmet Paşa'nın yardımını aldı. Paşanın samzaram olmasından sonra onunla birlikte İstanbul'a geldi. "Şeyh-üş-şuara" ünvanıyla itibar gördü. 6 padişah devri gördükten sonra 10 Nisan 1712'de yaşamını yitirdi. Eserlerinde daha çok hikmet ve derb-i mesel tarzını seçti. Şiirlerinde duygulardan çok düşünceler hakimdir. Çağının acı, çirkin, aksak yanlarını akıcı, zarif ve sade bir dille eleştirir. Türkçe divanının yanısıra Farsça bir divançesi var. Hayrî-nâme adlı eseri, oğlu Ebu'l-hayr Mehmed Çelebi için yazılmış öğretici, ahlai bir öğütler kitabı. Diğer eserleri şöyle: Hayr-âbâd (Mesnevi), Terceme-i Hadîs-i Erbâin, SÛr-nâme, Zeyl-i Siyer-i Veysî, Münşeât.


Nabi, büyük bir şair ve edip, aynı zamanda büyük bir alimdir.Peygamberimiz "Ilim beşikten mezara kadar herkese farzdır. " buyuruyorlar.Nabi, "Hayriyye" adlı mesnevisinde ilim ve ahlaka dair konulara şöyle dikkat çekiyor.


İlm bir lücce-i bi-sahildir
Anda alim geçinen cahildir


(AÇIKLAMASI: İlim, kıyısı bulunmayan bir denizdir. Bu deniz karşısında alim geçinen cahildir.Allah, cehalete ölüm, ilme de hayat dedi.Sana sordukları zaman " Ben bilmiyorum" demekten, bilmek daha güzel değil midir? )


Cehle Hak mevt dedi ilme hayat
Olma hem-hal-i güruh-ı emvat


( AÇIKLAMASI:Ehlinden, bilenlerden oku, öğren, utanma. Herşeyi bilmek, bilmemekten hayırlıdır.Ilim kadar yüksek bir iş yoktur. Ilimden hiç kimse zarar görmedi.)

Bilmek elbette değil mi ahsen
Sorsalar "Ben onu bilmem " demeden

(AÇIKLAMASI: Ilmin yüzeyinde (kabuğunda) kalma, ama mananın özüne ulaş. Deniz kıyısında inci olur mu? Inci istiyor isen, denizin derinliklerine dalmalısın.)


Nabi, ilmin her alanda uygulanması gerektiğini düşünüyor. Devlet idaresinde de ilme ihtiyaç vardır.Çünkü dinin ve devletin işleri, ancak ilim ve akıl ile halledilebilir. Eğer devlet adamları işlerinde akıl ve ilmi ön planda tutmuyorlarsa, o ülkede düzen bozulur, adalet kalmaz.Bu da kargaşaya, devlete itimatsızlığa , başıboşluğa sebep olur. Zalim idareciler halkı isyana, anarşiye, ahlak çöküntüsüne, huzursuzluğa sürükler.


Nabi, yine aynı eserinde devrin alimlerinden olan kadıların (hukukçular) bir kısmının maalesef cahil, vicdansız ve rüşvetçi olduğundan bahseder.


Nabi, bunları yaklaşık 300 yıl evvel söylemiş ama o günden bu güne değişen pek birşey yok gibi.Hukuk sisteminin bozulup yozlaşması,otorite boşluğunu ve ahlaki çöküntüyü beraberinde getiriyor.


Nabi,bir nasihatname olan "Hayriyye" adlı eserini oğlu için ,onun şahsında bütün gençler için kaleme almış.Herşeyin parayla ölçüldüğü,insanların zenginlik ve rütbe peşinde koştuğu bir toplumu,onun düzenini,ahlak kavramını,güngörmüş ve erdemli bir insan gözüyle aktaran Nabi, bu durumdan son derece rahatsızdır.Oğluna idareci olmaması yolunda nasihatler verir.


Etme ayanlığa zinhar heves
Evsatu'n-nas ol o devlet sana bes


(Açıklama:Sakın ayanlığa(idareci,yönetici) heves etme.Halkın orta hallilerinden ol,o saadet sana yeter.)


Bu konuyu Osmanlı dönemi kadıları ile ilgili anlatılan pek çok hikayeden biri ile bitirelim.


"Rumeli'de bir kasabanın kadısı ahaliye çok eziyet eder. Adam kayırma, zulüm, rüşvet halkı canından bezdirir. Kasabalı kadıyı Istanbul'a şikayet eder.Neden sonra padişaha ulaşılır ve padişah kadıyı görevinden alır. Kadı eşyalarını toplar, ahali de kadıyı uğurlamaya gelmiş gibi ama aslında ne kadar malı olduğunu öğrenmek için evinin önünde toplanmıştır. Görürler ki geldiğindeki eşyası ile şimdiki arasında dağlar kadar fark var. Kadı en son mahzenden bir küp çıkarır.Evin etrafındaki halkı yanına çağırır. Herkes merakla küpe yaklaşır. Bakarlar ki kocaman küp altınla dolu. Bu altınlar kendilerinden zorla , rüşvetle alınan paralardır. Halk altınlara ve küpe bakadursun kadı şöyle der :


-Ey ahali, doğrusu size acıyorum. Şu küpe bakın. Dolmasına iki parmak kalmıştı.Halbuki yeni kadı, boş küp ile gelecek !...


MEKKE YOLCULUĞU


Nabi , 1642 yılında Urfa'da doğar.Urfa'nın tanınmış ailelerindendir. Iyi bir eğitim görmüştür.Arapça'yı ve Farsça'yı çok iyi bilir. Devrinde " Sultanü'ş-Şuara " diye anılmıştır.
Nabi ile ilgili, 1678 yılında hacca giderken yaşadığı rivayet edilen bir hadise vardır.


Şair , hacca gitmeye niyet eder ve bir kafile ile yola koyulur. O dönemde günlerce süren meşakkatli bir yolculukla ancak menzile ulaşılabiliyordu.Şairin de içinde bulunduğu kafile Medine'ye yakın bir yerde vakit geç olduğu için mola verir. Nabi , mübarek yerlere yaklaşmış olmanın heyecanı ile uyuyamamıştır. Gözleri etrafta gezinirken bir kişinin ayakları kıbleye karşı yattığını görür. Böyle durumlarda çok hassas olan şair, irticalen şu mısraları söyler.


Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda'dır bu
Nazargah-ı Ilahi'dir makam-ı Mustafa'dır bu


Bu beyti duyan kişi hemen toparlanır, ayağa kalkar. Davranışı kasti değildir ama çok utanır. Bir müddet sonra herkes toparlanır ve yola çıkarlar. Sabah ezanları okunurken Medine'ye yaklaşmışlardır.Fakat hayrete düşerler. Mescid-i Nebi'nin bütün minarelerinden müezzinler sala verir gibi şunları okumaktadır.


Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda'dır bu
Nazargah-ı Ilahi'dir makam-ı Mustafa'dır bu


Namazlar kılındıktan sonra kafilede bulunanlar büyük bir şaşkınlık içinde müezzine sorarlar. " Bu şiiri şair Nabi daha bu gece yolda iken söylemişti.Siz nereden biliyorsunuz?" Aldıkları cevap hem enteresan, hem de muhteşemdir. "Peygamber efendimiz (sav) bu gece rüyamızda bize bu beyti öğretti ve sabah ezandan önce okumamızı istedi."


KIT'A


Erzân metâ'-ı fazl ü hüner tâ o denlü kim
Bin ma'rifet zemânede bir âferînedir
Ebnâ'yı dehr her hünere âferîn verir
Yâ Râb bu âferîn ne tükenmez hazinedir


GAZEL

Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Bir neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz


Çok da mağrûr olma kim mey-hâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz


Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine
Kişver-i câhın nice sengin hisârın görmüşüz


Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz


Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır ser-mâyesi
Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz


Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh
Bî-aded mağrûr-ı sadr-ı i'tibârın görmüşüz


Kâse-i deryûzeye tebdil olur câm-ı murâd
Biz bu bezmin Nâbiyâ çok bâde-hârın görmüşüz


GAZEL


Bir devlet içün çehre temennâdan usandık
Bir vasl içün ağyâra müdârâdan usandık


Hicrân çekerek zevk-ı mülâkaatı unutduk
Mahmûr olarak lezzet-i sahbâdan usandık


Düşdük katı çokdan heves-i devlete ammâ
Ol dâiye-i dağdağa-farmâdan usandık


Dil gamla dahi dest ü giribândan usanmaz
Bir yâr içün ağyâr ile gavgaadan usandık


Nâbi ol âfetin ahvâlini nakl it
Efsâne-i Mecnûn ile Leylâ'dan usandık