Bir Arnavut beyzadesi iken delikanlılık çağında devşirme olarak Istanbul'a getirilmiş Yeniçeri Ocağı'nda tahsil ve terbiye görmüş , askerlik mesleğinde ilerlemiştir. Yahya Bey, Kanuni Sultan Süleyman'ın teveccühünü kazanmış, padişahla birlikte savaşlara katılmıştır.


Hürrem Sultan'ın entrikaları sonucu katledilen Şehzade Mustafa için söylediği güzel bir mersiye ile bu hadiseyi tenkid ettiğinden Rüstem Paşa ve hükümdar tarafından azarlanmıştır. Tarihçi Ali'nin naklettiği bir rivayete göre Yahya Bey aslında yazdığı kasideyi kimseye göstermek istememiş , ancak bir dostu şiiri kitapları arasında bulmuş ve manzume Yeniçeriler arasında yayılmaya başlamış. Mersiyenin orduda büyük yankı bulması, özellikle Rüstem Paşa'yı çok kızdırır. Şairin idam edilmesi için çaba sarfeden Paşa'yı, Kanuni'nin şaire duyduğu sevgi durdurmuştur.


Bu hadise üzerine Yahya Bey, Istanbul'dan uzaklaşmayı tercih etmiş, Tamışvar civarındaki hudud boylarına çekilmiştir.


Şair, sevilen bir şehzadenin bir entrikaya kurban gitmesindeki zulme ve haksızlığa isyan eden nice gönüllere tercüman olmuştur.


Şehzade Mustafa Mersiyesi'nin en beğenilen bölümlerinden bazı mısralar:


Medet medet bu cihanun yıkıldı bir yanı
Ecel celalileri aldı Mustafa hanı.


Tutuldu mihr-i cemali bozuldı erkanı
Vebalde koydular al ile Al-i Osmanı


Geçerler idi geçende o merd-i meydanı
Felek o canibe döndürdü şah-ı devranı


Yalancının kuru bühtanı buğz-ı pinhanı
Akıttı yaşımızı yaktı nar-ı hicranı


Nolaydı görmeyeydi bu macerayı gözüm
Yazıklar ana reva görmedi bu rayı gözüm


Sipihrin ayinesinde göründü ruy-ı fena
Kodı bu kesret-i dünyayı etti azm-i beka


Garibler gibi gitti o yollara tenha
Çekildi alem-i balaya hem çü mürg-i hüma


Hakikaten sebeb-i rifat oldı düşmen ana
Nasip olmasa ta'n mı bu ciyfe-i dünya


Hayat-ı bakiyeye erdi ruhu ey Yahya
Şefii ruh-ı Muhammed, refik-i Zat-ı Huda


Enisi ola melekler, celisi ehl-i safa
Ziyade ide yaşum gibi rahmetünü Mevla.


Ilahi, Cennet-i firdevs ana durağ olsun
Nizam-ı Alem olan padişah sağ olsun

meded:Imdat
celali:Anadolu'da ortaya çıkan eşkiyaya verilen ad
mihr-i cemal:Güzel yüzünün güneşi
erkan:Subaylar, askerler
vebal:Azap, günah
al:Hile, düzen
Al-i Osman:Osmanlı sülalesi
merd-i meydan:Meydanların yiğidi
canib:Taraf, yön
şah-ı devran:Cihan padişahı, zamanın padişahı
bühtan:Yalan, iftira
buğz-ı pinhan:Gizli nefret
nar-ı hicran:Ayrılık ateşi
reva görmek:Yakıştırmak
ray:Fikir
sipihr:Talih
ayine:Ayna
ruy-ı fena:Yokluk yüzü
kesret-i dünya:Dünya işleri
azm-i beka:Bakilik kararı
alem-i bala:Yüce alem
hem-çü:Gibi
mürg-i hüma:Hüma kuşu, devlet kuşu
sebeb-i rif'at:Yükseklik sebebi
ta'n:Ayıp
ciyfe-i dünya: Dünyanın leşi
hayat-ı baki: Ebedi hayat
şefi':Şefaat eden
refik:Arkadaş
enis:Dost, arkadaş
celis:Birlikte oturan, arkadaş
ehl-i safa:Keyif adamı
ziyade:Çok


Doğum tarihi bilinmiyor. Ölümü 1582 İzvornik Yugoslavya. Arnavutluk’un ünlü Dukakin ailesinden olduğu için "Dukakinzade" diye de anılır. Acemi ocağında yetişti, Yeniçeri oldu. Ocak katibi Şihabeddin Bey’in yanına çırak olarak girdi. Yavuz Sultan Selim’in Mısır ve Çaldıran seferlerine katıldı. Yayabaşılığa kadar yükseldi. Yavuz’a kasideler yazdı. Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu Mustafa'yı öldürtmesi üzerine şehzade için bir mersiye yazdı. Şehzadenin öldürülmesi nedeniyle mersiyede ağır şekilde suçladığı Sadrazam Rüstem Paşa tarafından İzvornik’e sürüldü. Burada yaşamını yitirdi. Divan şiirinde İstanbul Türkçesi’nin başarılı örneklerini verdi. Temiz ve akıcı bir üslup kullandı. İran etkisinden kaçınmaya çalıştı, Türkçe sözcükleri aruz ölçüsüne uydurdu. Yazdığı Şah û Geda divan edebiyatının özgün mesnevileri arasındadır. 1977’de Divanı, 1979’da Yusuf ve Zeliha adlı eserleri M. Çavuşoğlu tarafından yayınlandı.

TA’ŞÎR


Yahyâ Bey’in Muhibbî’nin gazeline ta’şîr'i


Gazel-i Muhibbî Ta'şîr-i Yahyâ


Hasta olmak gûş-mâl-i Hazret-i İzzet gibi
Her kişinin yalımın alçak ider gurbet gibi
Değme bir kimse göre gelmez refâhiyyet gibi
Nâleler gûya derây-ı rıhlet-i râhat gibi
Dâr-ı dünya cây-ı firkat menzil-i mihnet gibi
Devleti bir âlet-i hengâme-i zahmet gibi
Sağlıgın bünyâdı yok âyinede sûret gibi
Matla’ı şâh-ı cihânun maşrık-ı hikmet gibi


Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi


Yandur erbâb-ı gurûru sôf-î sâfi-sıfat
Râhat olmak ister isen meskenetde mesken et
Dide gibi şevk-ı nurâniyyeti başa ilet
Evliyânun ayağı altı olur altı cihet
Mâni'-i işgaal-i Hak'dur bezm-i ehl-i ma'sıyet
Her libâs-ı gafleti kılma hicâb-ı mağfiret
Târik-i dünyâdadur sırr-ı sürûr-ı âhîret
Gör ne dir şâh-ı vilâyet nûr-ı ayn-ı ma'dilet


Ko bu ayş u işreti çünkim fenâdur âkıbet
Yâr-ı baaki ister isen olmaya tâat gibi


Hem-dem olma ney gibi ehl-i hevâyı eyle red
Aynı ile kıl ibâdet-hâneni mâ-beyne sed
Dâl-veş hâli degüldür secdeden ehl-i hıred
Padişâha bendeye hayrâtdur hayrü'-l veled
Sağ iken eyle murâdâtına muhtâcun meded
Ellere dest-i sehân ile murâd atını yed
Fursatı fevt eylemektür kâr-ı bed efkâr-ı bed
Cümleye bu seyyid-i âlem sözü olur sened


Olsa kumlar sağışınca ömrüne hadd ü aded
Gelmeye bu şişe-i çarh içre bir sâat gibi


Gel der-i dervişe var kim ma'rifet deryâsıdur
Cân kulağına kelâmı dürr-i bî-hem-tâsıdur
Mahzar-ı envâr-ı Hak âyîne-i rûyâsıdur
Han-kaahında hakikat Kaf'ınun Ankaasıdur
Kaf gibi i'tikâfı Mescid-i Aksaasıdur
Göz göre ayn-ı kanâat dide-i binâsıdur
Gönlinün virânesinde kenz-i lâ-yefnâsıdur
Vâli-i âlî-makaali sözlerün evlâsıdur


Saltanat didükleri ancak cihân gavgaasıdur
Olmaya baht u saâdet âlem-i vahdet gibi


Medd-i bi'smillah ile eyle var Allah’a yol
Kol kanad olsun sana havf ü recâsı sağ u sol
Mâil-i asl-ı usûl ol mâil-i asl-ı usûl
Lâyık-ı vasl-ı habîb it kendüni kıbl-el-vusûl
Hâtırunu eyle vahdet-hâne-i rây-ı Resûl
Maksad-ı aksâyı gözle menzil-i maksûdu bul
Vây eğer dünyana meşgûl eyler ise nefs-i gul
Olagör Yahyâ gibi bir mürşid-i ma’kuule kul


Ger huzûr itmek dilesen ey Muhibbî fârig ol
Var mıdur vahdet makaamı gûşe-i uzlet gibi

GAZEL


Aşka kâbil dil mi yok şehr içre yâ dilber mı yok
Mest yok meclisde bilmem mey mi yok sâgar mı yok


Gonca-i dil açılıp hâtır nice şâd olmaya
Bâğda güller mi yok gülşende bülbüller mi yok


Görmeziz bir dil ki tûtî gibi güftâr eyleye
Söyledir mi yok cihânda bilmezin söyler mi yok


Sengden dil kem mi yâ seng-i siyâhı la’l eder
Afitâb-i feyz-bahşâ-yı bülend-ahter mi yok


Niçin ebkâr-i ma’ânî beslemez erbâb-i nazm
Yoksa Yahyâ gibi üstâd-i sühan-perver mi yok


GAZEL


Mürşid-i kâmil âdemi câm-ı cihan-nümâ ider
Câm-ı cihân-nümâ nedür âyine-i Hudâ ider


Dost olan o hazrete düşmen-i mâsivâ olur
Bahr-i muhit-i vahdete kendüyi âşinâ ider


Âlem-i sûreti koyup salik-i rah-ı ışk olan
Mani yüzinde ruhını hem-dem-i Mustafa ider


İki kanad olur ona havf ü recası dayima
Şol kişi kim salâh ile uçmağı iktiza ider


Günde beş on kez âdemün kabri zeban-ı hal ile
Muntazıram sana diyü ağzın açup nida ider


İki cihanı kendüye kayd-ı taalluk eylemez
Vahdet-i Hâk muhabbeti âşıkı bir yana ider


Güç ile sığdı Yahya'nun maktaa adı fi'l-mesel
Kaleb-i ademe giren ruh gibi iba ider