Şeyyâd Hamza ile ilgili bilgilerimiz bugün için sınırlıdır. Yazardan ilk kez söz eden Fuad KÖPRÜLÜ olmuştur. KÖPRÜLÜ’ye göre Şeyyâd Hamza bir 13. yy. şairidir: “Hacı Kemal’in, hattâ tezkirelerde bile adları geçmeyen en eski Anadolu şâirlerinin de eserlerini içine alan meşhur Câmiü’n-Nezâir’inde Şeyyad Hamza adlı bir şâirin basit bir lisan ve ibtidâî bir arûz ile yazdığı tasavvufî-ahlâkî bir şiiri vardır ki dil, mevzu’, nazım şekli bakımından eski bir eser olduğunu açıkça gösterir. Tezkirelerde ve hâl tercemesi kitaplarında hiç ismi geçmeyen bu adam hakkında Lâmi’î’nin Lâtâ’if’inde mevcut bir rivâyet onu, Nasre’d-Dîn Hoca ile çağdaş, kerâmet gösteren bir mutasavvıf olarak bildirmektedir. Nasre’d-Dîn Hoca’nın H. 683 (M. 1284-85)’de öldüğünü göz önüne alacak olursak (Fuad Köprülü, Nasre’d-Dîn Hoca, İst. 1918, s. 3 v.d.); Şeyyad Hamza’nın da XIII. yüzyıl şahsiyetlerinden olduğunu iddia edebiliriz. Esâsen eserinin mâhiyeti de bunu kuvvetlendirmektedir”. Görüldüğü gibi, Fuad KÖPRÜLÜ’nün Şeyyâd Hamza’yı 13. yy. şairi olarak görmesinin tek nedeni Bursalı Lâmi’î Çelebi [ö. 1529]’nin Letâ’if’inde geçen iki Nasre’d-dîn Hoca fıkrasında Şeyyâd Hamza ile Nasre’d-dîn Hoca’nın aynı çağda yaşamış kişiler olarak geçmesidir. Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisini yayımlayan Dehri DİLÇİN de aynı görüştedir: “Şeyyad Hamzanın hal tercümesi hakkında, şimdilik, esaslı hiçbir bilgimiz yoktur. Ancak Bursalı Lâmii’nin, Letaifinde kaydettiği bir fıkradan onun, Nasrettin Hoca ile çağdaş olduğu anlaşılıyor. Bu fıkra her bakımdan Nasrettin Hoca’nın lâtifeleriyle okşaşır bir şekilde olmadığı gibi Şeyyad Hamza’ya yakışan tarafı da yoktur. Bununla beraber lâtifedeki konuşma şekline bakılırsa Şeyyad Hamzanın o çağlarda epeyce yaşlı bir adam olduğunu seziklemek mümkündür. Gerek bu seziye, gerek Nasrettin Hocanın (683-1284) ölümü hakkındaki rivayete dayanarak Şeyyad Hamza’nın da XIII. asır ortalarında yaşamış olduğunu oranlamak ve böyle kabul etmek icabeder”. Daha sonraki araştırıcılar da, genellikle, Fuad KÖPRÜLÜ’yü tekrar etmişlerdir. Şairin 13. yüzyılda değil fakat 14. yüzyılda yaşadığı gerçeği, sağlam kanıtlarla, ilk kez Metin AKAR tarafından ortaya konmuştur. Millî Kütüphane’de bulunan 3772 numaralı yazmada Şeyyâd Hamza’nın veba salgını üzerine 50 beyitlik bir kasidesi vardır. Kendi kızı da veba salgınında ölmüş olan yazar, burada 48. beyitte h. 747 (m. 1348) tarihini verir. Dolayısıyla onun 14. yüzyılın birinci yarısında hayatta olduğu ortaya çıkar. Söz konusu veba salgını, 1345-1353 arasında insanlığı kırıp geçiren “Kara Veba”dır, Anadolu’ya girdiği yıl 1348’dir. Şairin nerede doğup büyüdüğü ve yaşadığı da kesin olarak bilinmemektedir. Rıfkı Melul MERİÇ’in Akşehir’de Nasre’d-dîn Hoca mezarlığında Şeyyâd Hamza’nın kızı Aslı Hâtûn’a ait bulduğu mezar taşı, onun bu bölgede yaşamış olabileceğini düşündürmektedir.
Eserleri

Şeyyâd Hamza’nın 1529 beyitlik Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisi ile 79 beyitlik Dâstan-i Sultân Mahmûd mesnevisi dışında kimi şiirleri tespit edilebilmiştir.
Türk Dil Kurumu Kitaplığında A/301’de kayıtlı bulunan Kitâb-ı Güzîde’nin içinde yer alan Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisi Dehri DİLÇİN tarafından yayımlanmıştı. Kudretli bir hükümdarla yoksul bir dervişi, başka bir deyişle, madde ile manayı karşılaştırarak sonunda nefsine hükmetmesini bilen dervişi varlık ve ihtişam içindeki sultandan üstün göstermeye çalıştığı Dâstan-i Sultân Mahmûd mesnevisi ise Sâdettin BULUÇ tarafından yayımlanmıştır. Tek nüshası bulunan eser, aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilât” ölçüsüyle yazılmıştır. Büyük bir olasılıkla 16. yy.ın ikinci yarısında istinsah edilmiştir. Şeyyâd Hamza’nın bu iki eseri dışında İstanbul Umumi Kütüphanesi, numara 5782’de kayıtlı Câmi’u ’n-nazâ’ir’de bulunan bir manzumesi, başka iki manzumesi, Anadolu Türkçesinden farklı bir Türkçe ile yazılmış bir manzumesi, iki gazeli, Bursa Umumi Kütüphanesi, numara 882’de kayıtlı 52 yapraklı bir şiir mecmuasındaki beş manzumesi, ölüm konusunun işlendiği 12 dörtlükten oluşan lirik bir şiiri ve Millî Kütüphane’de, numara 3772’de kayıtlı 50 beyitlik bir kasidesi tespit edilmiştir.