Bugün ülkemizde ne kadar çok matbaa varsa bunu İbrahim Mütererffika’ya borçluyuz. Neden mi? Çünkü o ülkemize ilk matbaayı getirip kuran ve kitap yayınlayan kişidir. Bugün okuyup durduğumuz rengârenk kitaplarda onun çabasının ve ileri görüşlülüğünün izlerini görmemiz gerekir.
İstanbul’da ilk Türk matbaasını kuran İbrahim Müteferrika, aslında Macar’dır. Bugün Romanya sınırlarında yer alan ve Cluj diye bilinen Kolojvar kasabasında doğan İbrahim Müteferrika’nın hayat hikayesi, 1692 yılında yani 18 yaşında iken Türk akıncılarına esir düşmesiyle bambaşka bir mecrada devam eder. Esir pazarında satılan ancak İslam dinini kabul etmesiyle birlikte özgürlüğüne kavuşan bu genç adam, İbrahim ismini almış; zekası ve bilgi aşkıyla kısa zamanda Türkçeyi öğrenmiştir. Türklüğü ve Müslümanlığı büyün kalbiyle benimseyen ve 1711 yılında ‘Risale-i İslamiye’ eserini yazan İbrahim Müteferrika, o dönemde sadaret kaymakamı olan Damat İbrahim Paşa’dan koruma görmüştür. 1715 yılında Viyana’ya elçi olarak gönderilen İbrahim Müteferrika, Osmanlı İmparatorluğu’nun Macaristan, Lehistan ve Rusya ile ilişkilerini düzenleyen görüşmelere katıldı, tercümanlık yaptı. Bütün bu işleri yaparken kafasında tek bir düşünce vardı aslında: İstanbul’da bir matbaa kurmak ve kitap basmak. 1440-1450 yıllarında Gutenberg’in kurduğu ilk matbaayla hayli yol alan Avrupa’da fikirler çabucak yayılıyor ve bilgilenme hızı artıyordu. O dönemde İstanbul’da Rumca, Ermenice ve Arapça kitaplar basan bazı matbaalar vardı ama Türkçe kitap basmak için bir matbaa kurulmamıştı. O dönemde kitaplar daha çok el ile yazılıp çoğaltılıyordu. İbrahim Müteferrika’nın matbaa kurma hayali Sait Mehmet Efendi ile tanışmasının ardından gerçekleşti. Paris elçiliğine atanan Yirmisekiz Çelebi Mehmet’in oğlu olan Sit Mehmet Çelebi, Paris’te basımevlerini gezmiş ve kısa zamanda binlerce kitabın basıldığını görmüştü. İstanbul’a dönerken, ilmin hızla yayılması için böyle bir matbaanın gerekliliği üzerine o da kafa yoruyordu.
İki arkadaşının yolu böylece kesişti. O sırada sadrazamlık koltuğunda oturan Damat İbrahim Paşa’ya başvurarak isteklerini söylediler. İbrahim Müteferrika’nın kaleme aldığı ‘Vesiletü’t-Tıbaa’ isimli eseri ekleyerek sundukları dilekçe sadrazamın hoşuna gitti. Dilekçede matbaanın faydaları şöyle sıralanıyordu: Birçok kitabın basılması halk ve aydınlar için faydalıdır, bu kitapların okunaklı olması öğretmen ve öğrencilerin işlerini kolaylaştırır. Elyazmaları gibi sudan etkilenmez, daha karlı bir sanattır ve kitabın da ucuzlamasını sağlar.Sadrazam kendisine sunulan birçok gerekçe üzerine: “Matbaayı ne kadar çabuk kurarsanız o kadar memnun olurum.’’ yanıtını verdi. Bu karara iki arkadaşın ne kadar çok sevindiklerini tahmin edebilirsiniz değil mi? Sadrazamın izni ve Şeyhülislam’ın fetvası ile Viyana’dan matbaa makineleri, araçlar ve harfler getirildi. Matbaa Damat İbrahim Paşa’nın Sultanahmet’teki evinin alt katında 1727 yılında kuruldu. Ve ilk kitap olarak Vankulu Mehmet Efendi’nin ‘Sıhah Tercemesi’ adını taşıyan sözlüğü bin adet basıldı. Bu eseri kısa süre sonra Katip Çelebi’nin ‘Tuhfetü’l-Kibar’ adını taşıyan denizcilikle ilgili bir eseri izledi. Dil, tarih, coğrafya, astronomi, mantık ve edebiyat alanlarında 17 kitap basan İbrahim Müteferrika, bazı kitapları da kendisi kaleme almıştır. Kağıt sıkıntısı çektiği için Yalova’da bir de kağıt fabrikası açan İbrahim Müteferrika, burada yapılan kağıdı görmeden vefat etti. Mezarı Okmeydanı’nda olan İbrahim Müteferrika’nın vefatından sonra Türk basım sanatı 50 yıl süren bir durgunluğa girmiştir.