Henüz Mekteb-i Hukuk’ta bulunduğu esnada, Fazilet ve Asalet isimli, ruh asaletinin soy asaletinden üstün olduğu fikrini ileriye süren küçük bir eser kaleme aldı. Servet-i Fünun şiirinin çok tutulduğu ve sevildiği bir sırada, birçok bakımdan onun tamamıyla tersi yapıdaki şiirlerini yazmaya başlayan Mehmed Emin, başarıya erişebilmek için elverişli şartlara sahip bulunmuyordu.


O, bir balıkçının oğlu yani bir halk çocuğuydu. Halkın içinden çıkmakla kalmamış, halkın içinde de yaşamıştı. Halk hikayelerine merakı olan ve okuma bilmeyen babasına, akşamları bu tarz hikayeler okuyordu. Böylece halkın edebiyatını, zevkini ve okuyucusunu daha küçük yaşta iken tanımak imkanını bulmuştu. 1897 yılındaki Osmanlı-Yunan Harbi, yılları beklemekte olduğu fırsatı verdi. İlk olarak“ Anadolu’dan Bir Ses -yahut- Cenge Giderken” manzumesini yayımladı. Eseri, o günkü heyecanlı ve millî hava içerisinde heyecanla karşılandı. Bundan sonra Mehmed Emin, zaten yazılmış olarak bekleyen manzumeleri arka arkaya yayımlamaya başladı. Millî duyguları hece vezni ve sade Türkçeyle terennüm eden bu şiirleri büyük akisler uyandırdı. Mehmed Emin, ilk şiirinden başlayarak sosyal hizmete yönelik bir sanat anlayışına bağlanmış ve bu anlayıştan sonuna kadar hiç ayrılmamıştır. Türkçe Şiirler’inde çok açık bir halkçılık ve milliyetçilik vardır.


1908’den sonraysa bu milliyetçilik“ Pantürkizm”e ulaşmıştır. Eşinin memleketi olan Şebinkarahisar’ı dokuz kez ziyarete gitmiştir. Altı yıl boyunca bu ziyaretlerde, halk denilen şeyi, sınırsız bir genişlik içerisinde, tâ içinden görmek, tanımak imkanını bulmuştur. O zamana kadar, İstanbul gibi,çeşitli insan zümrelerinin bulunduğu bir çevrede, halkı parça parça ve ancak kenarından görebilmişti. Burada ise “halk”tan başka bir şey yoktu, memleketin gerçek halkını bulmuştu. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkan Osmanlı Devleti ve işgal altındaki İstanbul’un perişan hali Millî Şair’i çok üzdü. 1919’da çıkarttığı iki nesir parçasından ibaret “Türk’ün Hukuku” isimli eserinde, Türk ruhunun ölmezliğini, onun esarete boyun eğmeyeceğini belirterek, milletin kötümser psikolojisini düzeltmeye çalıştı.


Şiirlerinde, kendi özel hayatına ait hiçbir hususu ve hiçbir özel isteğini aksettirmediği gibi, tabiat tasvirlerine bile yer vermemiştir. “Sosyal hizmet” prensibine daima bağlı kalmıştır. Dili ise gerçekten ya Türkçe ya da tamamıyla Türkçeleşmiş bir kelime hazinesine dayanıyordu. Osmanlı yerine Türk’ü kullanır. Yoksullara, yetimlere, kimsesizlere acımak; onların acılarını paylaşmak; onlara kendi dilleri ile seslenmek avutmak, onun şiirlerinde vatanî duygular arasında işlenen temalardır. Mehmed Emin, Anadolu’daki köylüden İstanbul’un kıyısındaki balıkçıya, hiç okumamışından çok okumuşuna kadar toplumun bütün tabakalarını içine alan; memleketin geriliğini ortadan kaldırmak, milletin geçmişteki büyük üstünlüğünü yeniden kurmak için aralıksız telkinler yapan sanatını sonuna kadar ilk saptığı yoldan ayırmadı; fakat sanatına temel tuttuğu kütle, şehrin halk tabakası ile köylü idi. Aydınlara, onları tanıtmak ve onlarla ilgilenmek arzusunu vermek istiyordu. Kendi hayallerinin, arzularının, duygu ve isteklerinin şiirlerine pek az girmesi nedeniyle zaman zaman “şair olmadığı” yönünde eleştirilere uğruyordu.


Kalkındırmak, onun halkçılığının ve milliyetçiliğinin temelidir. Kalkındırmak için en önemli unsurların başında millî birlik ve beraberlikten sonra şüphesiz ki çağdaş medeniyeti benimsemek gelmekteydi. Ayrıca İslâm düşüncesine ve Müslümanlık bağına da büyük değer veren şair, böylece Türkçülük, İslamcılık ve Garpçılık düşüncelerini potasında eritiyordu. Ona göre, halkı kalkındırabilmek için, ona, onun anlayacağı dille seslenmek şarttı. Bir kere bu dil, halkın kullandığı kelimelerden oluşmaya mecburdu. Halk ise ikiye ayrılıyordu: Şehirli ve köylü.


Şiirin kurulacak yeni dilinde şehirlinin dili esas tutulacağı takdirde köylü, aksi halde de şehirli bir şey anlamayacaktı. Halbuki Mehmed Emin “çifte giden babalarla, ekin biçen genç kızların ve odun kesen anaların” da anlayabilecekleri bir dil istiyordu (BizNasıl Şiir steriz). Ancak bu düşüncesini, sanatını halkın hizmetine vermek düşüncesi kadar başarıyla gerçekleştiremedi. Bu hususta yapılan iddialara rağmen, Mehmed Emin’in dili, umumiyetle köylünün anlayabileceği bir dil değildir. Konuşma diline kadar girip yerleşmiş olan yabancı kelimelerin bırakılması ve köylünün dilinden de bazı kelimelerin ve bazı şive özelliklerinin alınması suretiyle yapılan bu dil, doğal olarak “yapma” bir dil oldu. Halkla temasını kesmese de, aydın zümreye karışmış, o zümrenin hayatını yaşamış, bütün ömrünce halkın hayat şartları içinde kalamamış yani“halk” olmaktan çıkarak “halkçı”; “halkın şairi” değil“halkçı şair” olmuştur. Bundan başka, halkın diline doğrudan doğruya uymaktansa, aydınların dilini temizleyerek halkın diline yaklaşmak, yani ikisini uzlaştırmak, kaynaştırmak gibi bir yol tutmasının da elbette ki bu sonuçta rolü vardır.


Mehmed Emin, Türk edebiyatını büyük bir hamle ile tamamen Batı’ya uyduran ve ara sıra patlayışlar yapan bir nesle mensup olduğu halde, devrin sürükleyici ve genel havasına kendisini kaptırmamıştır. Şiirlerinde halk nazmının şekillerine hiç rastlanmaz. En çok kullandığı nazım şekilleri, Servet-i Fünun şiirinin Batı’dan getirdiği sone ile müstezaddan bozma serbest nazımdır.


Onun şiirlerinde konu ve dilden sonra halklılaşmaya çalıştığı bir unsur da vezindir. Halkın hayatını terennüme karar veren şair, dilde gördüğümüz cansızlığa vezinde de düşmekten kurtulamadı.


Özet

Servet-i Fünuncularla yaşıt olduğu halde onlara katılmayarak hece ölçüsüyle ve sade bir dille yazdığı yurt ve kahramanlık şiirleriyle tanınmıştır. 1897 Türk-Yunan Savaşı’yla ilgili yazdığı "Cenge Giderken" adlı şiiriyle ün kazanmıştır.

Ulusal Edebiyat Akımı'nın yolunu açan Mehmet Emin Yurdakul, sade dille ve hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerle edebiyatımızda önemli bir yer tutar. Türkçülük akımının öncülerinden sayılır. Batı şiirinden alınan nazım şekillerini de kullanan Mehmet Emin Yurdakul, şiirde iç ahengi göz ardı ettiği, hece ölçüsünü yalnız dizelerdeki hecelerin sayıca eşit olması biçiminde mekanik bir anlayışla kullandığı, şiirselliği yakalayamadığı için eleştirilmiştir.


Eserleri: Türkçe Şiirler (1898)• Türk Sazı (1914)• Ey Türk Uyan (1914)• Tan Sesleri (1915)• Ordunun Destanı (1915)• Dicle Önünde (1916)• Hastabakıcı Hanımlar (1917)• Turan'a Doğru (1918)• Zafer Yolunda (1918)• syan ve Dua (1919)• Aydın Kızları (1919)• Dante'ye (1920)• Mustafa Kemal (1928)• Ankara (1939)• Şiirler (tüm şiirleri, 1969)