Toprak Altında 2010 (Buried) Yönetmen: Rodrigo Cortes
Mekân: Tabut Irak’ta çalışan Amerikalı kamyon şoförü uyandığında kendini bir tabutun içinde bulur. Yanında çakmak ve cep telefonu vardır. O andan itibaren hayatta kalma mücadelesi başlar. Meksikalı yönetmen Cortes, inanılmaz olanı gerçekleştiriyor ve 95 dakikayı nefes nefese seyrettirmeyi başarıyor.
Ölüm Kararı 1948 (Rope) Yönetmen: Alfred Hitchcock
Mekân: Ev Zekâlarını kullanarak mükemmel bir cinayet işleyeceklerini düşünen iki genç iple boğarak öldürdükleri sınıf arkadaşlarının cesedini bir sandığa koyar ve evde parti verirler. Partide en az onlar kadar zeki bir başkası daha vardır. Hitchcock uzun planlar halinde çektiği filmde antik tiyatrodaki zaman ve mekân birliği kuralına uyuyor. Ama sonuç son derece sinemasal ve iddialı.
Kanlı Şaka 1972 (Sleuth) Yöntmen: Joseph L. Mankiewicz
Mekân: Ev Oyunlardan hoşlanan bir adam karısının âşığını evine davet eder. Sürprizlerle ilerleyen hikâye seyircinin başını döndürürken, Laurence Olivier ve Michael Caine muhteşem performanslarıyla adeta parmak ısırtırlar. Mankiewicz’in ustalıklı rejisini de unutmamak gerekiyor.
Arka Pencere 1954 (Rear Window) Yönetmen: Alfred Hitchcock
Mekân: Ev Profesyonel bir fotoğrafçı, evinde tekerlekli sandalyenin üzerinde geçirmek zorunda olduğu günleri arka pencereden karşı apartmanı gözetleyerek doldurmaya başlar. Bir cinayet işlendiğini düşünmeye başlayınca röntgencilik, detektifliğe dönüşür... Birçok filme ilham kaynağı olan, sinemanın röntgenci doğasını deşifre eden gerçek bir başyapıt.
Das Boot 1981 Yönetmen: Wolfgang Petersen
Mekân: Denizaltı Klostrofobik atmosfer deyince akla gelen ilk filmlerden biri. 1942 yılında Atlantik’te savaşan bir Alman denizaltısının içinde geçen film, iki buçuk saat boyunca gerilim, aksiyon ve dramı sürükleyici bir öyküyle birleştirirken savaşı bir denizaltıda yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu seyirciye gerçekçi bir tarzda yaşatıyor.
12 Öfkeli Adam 1957 (12 Angry Men) Yönetmen: Sidney Lumet
Mekân: Jüri odası Kararını çoktan vermiş 11 jüri üyesine karşı tek başına fikir mücadelesi veren adamın öyküsü, önyargıların aldatıcılığını gözler önüne seriyor. Öyküye kendinizi öyle bir kaptırıyorsunuz ki bir noktadan sonra olayın tek mekânda geçtiğini dahi unutuyorsunuz. Doğrunun tarafında olan tek kişinin ne kadar çok şeyi değiştirebileceğine dair çekilmiş en iyi filmlerden biri.
Balo 1983 (Le Bal) Yönetmen: Ettore Scola
Mekân: Dans salonu Paris’te bir dans salonundayız. 1983’te açılan film, önce 1936’ya dönüyor ve ardından gözlerimizin önünden Fransa tarihi akıp gidiyor. Nazi işgali, 68 olayları... Ama biz hep aynı yerdeyiz ve çiftler hep dans ediyor. Diyalogların olmadığı, sinemanın ve dansın gücünün ortaya çıktığı unutulmaz bir başyapıt.
The Breakfast Club 1985 Yönetmen: John Hughes
Mekân: Lisede bir salon Cumartesi gününü okulda geçirme cezası almış 5 lise öğrencisi, ilk bakışta birbirlerinden çok farklı görünür. Anlaşmaları mümkün değil gibidir. Ama ilk çatışmalar, ilk sorunlar aşılıp gerçek bir iletişim kurduklarında hem kendilerini hem de karşılarındakini daha iyi anlarlar. Ceza süresi onlar için bir keşif sürecine dönüşür.
El Angel Exterminador 1962 Yönetmen: Luis Bunuel
Mekân: Ev Zengin bir çiftin verdiği yemeğe katılan davetliler evden bir türlü dışarı çıkamaz ve bir çeşit hapis hayatı yaşamaya başlarlar... Bunuel’in kâbusu andıran bir gerilim havasında çektiği film, dipten dibe Franco rejimini destekleyen üst sınıfları eleştiriyor. Ev dışında bazı sahneler içerse de sahip olduğu klostrobofi duygusu ve öyküsüyle sinema tarihinin en unutulmaz tek mekân filmlerinden biri olarak anılıyor.
Aşk 2012 (Amour) Yönetmen: Michael Haneke
Mekân: Ev Belki de uzun bir süreyi anlatması itibarıyla “Aşk” bir tek mekân filmi olarak anılmıyor pek. Ama ev dışında geçen o kadar az sahnesi var ki... Daha da önemlisi ev, yaklaşan kaçınılmaz ayrılığın acısını yaşayan yaşlı çift için bir müze niteliğini taşıyor. Kamera kadın öldüğünde, adam kaybolduğunda dahi evi terk etmiyor.