1 Ağustos 1955 tarihinde Sivas’ın Hafik ilçesinde doğdu. 1958’de ailesinin göç ettiği İstanbul’da, Fatih İlkokulu’nu bitirdi. Daha sonra sırasıyla; Düzce İmam Hatip Okulu, İstanbul İmam Hatip Okulu ve Zeytinburnu Akşam Lisesi’nde okudu. Yüksek öğrenimini, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Gazeteciliğe profesyonel olarak 1978’de Yenidevir gazetesinde başladı. “Cemre”, “Beyazsanat” ve "Sarmaşık Kültür" isimli dergileri yayınladı. Bulvar gazetesi’nde 3 yıl çalıştı. Zaman gazetesinde; haber müdürü, kültür sanat sayfası sorumlusu, spor sayfası şefi olarak çalıştı, köşe yazarlığı yaptı. Ortadoğu gazetesinde kısa bir süre çalıştı. 23 Aralık 1993/ 23 Aralık 2003 tarihleri arasında tam 10 yıl Yeniasya gazetesinde “Cemre” başlığı altında kültür sanat ağırlıklı olarak günlük köşe yazarlığı yaptı. Şimdilerde aynı gazetede haftada bir gün yazılarını sürdürüyor. Beyoğlu Belediyesi’nde 1995 Haziran ayından, 2004 Aralık sonuna kadar kültür sanat konularında başkan danışmanlığı yaptı. Bu süre zarfında, birçoğu “ilk” olma özelliği taşıyan çeşitli etkinliklere imza attı.
TC Kültür Bakanlığı’nın, “Türk Kültürü’ne Hizmet Özel Ödülü”nü aldı (1995). Evli ve bir çocuk babası. Çeşitli kültür kuruluşlarında; kurucu başkanlık, başkanlık ve yönetim kurulu üyeliklerinde bulundu. Ağustos 2004’de, doğduğu ilçe olan Hafik’te bir kütüphane oluşturulması için 3500 kitabını bağışladı. Yıl içerisinde yapılan kültür merkezi ve içindeki kitaplık, 5 Eylül 2005 tarihinde yapılan bir törenle hizmete sokuldu.
ESERLERİ:
Cemre- (1990)
Hilal’i Beklerken-(1992)
Renk Renk Sinema-(1996)/ genişletilmiş 2. baskı(2001)
Son Sultanü’ş Şuara Necip Fazıl (2005)
İstiklâl Marşı Ve Mehmet Âkif Ersoy (2006-derleme)
xxx
SARMAŞIK SAYI 10, SOOON!
Abdurrahman Şen
www.sanatalemi.net
Gazetecilikte 2-3 yılı geride bırakmış, fakültede 4. sınıfa gelmiştim ki… Bir dergi yayınlama heyecanı sardı beni… Aslında heyecandan da öte, dergi alanında o yıllarda ideolojik açıdan yaşanan dengesizliğe içerliyordum ve bu açığın mutlak surette kapanması gerektiğine inanıyordum…
O yıllarda yayınlanan edebiyat dergilerine de genel anlamda “sağ” ve “sol” olarak bakınca görüyorduk ki yayınlanan dergilerin sayfaları açısından 2000 sayfaya 150-200 sayfalık bir fark vardı. “Sol”un lehine! Üstelik o sayfa sayısının dışında, “hayatın içinde” olma farkı ve “gazetecilik” yapılmasının getirdiği sevimlilik de ekleniyordu…
İyi de… Bunca geniş bir kitleye sahip olan “sağ” niye daha çok ve daha kaliteli dergiler çıkaramıyordu?
Sancılar çekiyor, şikâyetler ediyordum yakın çevreme… Fakültedeki arkadaşlarım da fakülte dışından kimi görüştüklerim de bana hak verenler kervanına katıldı giderek… O günlerin heyecanını yaşayanlardan sevgili Seyfi Şirin kardeşim, Türkiyat koridorundaki sohbetleri hatırlayacaktır. Özellikle Mehmet Aydın’la üçlü olarak attığımız voltalarla…
İlk olarak, “neler yapabiliriz?” sorusuna cevaplar aradık… Bir komite bile kurduk bu sebeple Marmara Kıraathanesi’nde… Ve sonunda 3 kişilik temsilci grubu kurup, -merhum- Kemal Ilıcak ile konuşma kararı aldık… Nazlı Ilıcak ile konuşup randevuyu aldım. Komitemizin aldığı karar gereği Kemal Ilıcak’a dedik ki; “Mesela Milliyet, ‘Milliyet Sanat’ı yeniden yayınlıyor da siz niye ‘Tercüman Sanat’ı yayınlamıyorsunuz? Bu sizin boynunuzun borcudur. Gerekirse biz buna tâlibiz!”
Bu hatırlatmamız üzerine Kemal Ilıcak’ın yaptığı savunmayı, bizimle paylaştıklarını, o gün için anladığımızı söyleyemeyeceğim… Ancak meslekte ilerledikten ve o gün geçen isimleri biraz daha yakından tanıdıktan sonra Kemal Ilıcak’ın aslında haksız da olmadığını anladım… Ve işin başa düştüğüne karar verdim!
O görüşmeden sonra bizim komitede de “sağ içi” çatlaklar oluştu ve dağıldık.
Ben hariç!
“Abdurrahman… Görünen o ki bu işi senden başka yapan olmayacak… Bu senin boynunun borcu… Biz de elimizden geleni yapacağız, sana destek olacağız.” diyenlerin manevî ittirmeleriyle bir de baktım ki ben Lâleli’de bir büro tutmuşum bile… Yeşil Tulumba Sokak’ta… Yanımda sadece, yazmaya da okumaya da uzak, Murat Şimşek’ten başka kimse yok… O derginin sahibi oluverdi ben de yayın sorumlusu…
Devir sıkıyönetim devri… Başvurumuz üzerine valiliğin 19 Mart 1982’de sıkıyönetim komutanlığına yaptığı havaleye; “ İlgili yazıda konu edilen Kültüre, Sanata ve Edebiyat’a CEMRE isimli derginin basımı ve yayınına, sıkıyönetim yasaklama ve sınırlamalarının ihlal edilmemesine özen gösterilmesi koşulu ile izin verilmiştir…” cevabını aldık… 1 Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı namına sıkıyönetim kurmay yarbaşkanı Tuğgeneral Celal Demirtel imzalı bu izin yazısı valiliğe 26 Nisan 1982’de gitti ve valilikten de 3 Mayıs 1982 günü resmî müsaadeyi almış olduk.
“Kültüre, Sanata ve Edebiyat’a CEMRE”nin ilk sayısını yayınladığımızda edebiyat dünyasındaki büyüklerimizden çok ciddî eleştiriler aldık. Destekler gördük… Fakültedeki birçok hocamız da çok ciddî övgüler yönelttiler… Özellikle merhum Mehmet Çavuşoğlu hocamı başa yazarak ifade etmeliyim ki; değerli hocalarımız Mehmet Kaplan, Faruk Timurtaş ve Abdülkadir Karahan’dan, Mertol Tulum’dan, Kemal Eraslan’dan büyük destekler gördük. “Dergiyi elime alınca sanki eski Hisar’ımızı canlanmış gördüm.” diyerek heyecanımızı paylaşan hocalarımızın yanında; “Öğrenciler sanki bize nazire yapıyorlar da dergi yayınlıyorlar. Size mi kaldı dergi çıkarmak?” diyen hocalarımız da olmadı değil ama… O kadar da olsundu!
Dergiye manevî moral verenler yanında kimse maddî destek vermeyince, biz de “daha geniş çevreye ulaştıralım” diye dergiyi bedava dağıtınca, Cemre 2. sayıdan sonra düştü! Sonra 1991’deki ikinci deneme geldi… Daha tecrübeli daha geniş çevreliydik ya…
Dergicilik alanındaki eksikliğimiz, edebî ve kültürel alandaki zayıflığımızdan dert yanmayı sürdüren herkes; “Bak Abdurrahman kardeş… Sen niye kolları sıvamıyorsun?” diyorlardı… Ben de görevden kaçan konumunda olmamak için bir kere daha sıvadım kolları… Özellikle Hasan Aycın dostumun ciddi katkılarıyla birkaç sayı çıkarabildim ama… Arkasını getiremedim yine. Sonunda biriken borçları ödemek için işçi emeklisi babamın 30 yıllık birikimi olan bir arsayı sattırıp borçları ödedim. Duyan herkes” Helal olsun sana!” dediler…
O günlerden bir-iki anımı burada paylaşmak isterim… İmam hatip okulundan sınıf arkadaşım olan biri müteahhitliğe başlamıştı ve işleri oldukça iyiydi. Dergiyi çıkarınca yanına gittim… Dergiler çantada… Çayımızı içerken muhabbeti kültür sanat ortamına getirdim ve arkadaşıma şu sözü bile söylettim; “ Kardeşim… Yıllardır gazetecisin… Daha önce acemiyken bile dergi yayınladın. Şimdi bu tecrübeyle uçurursun. Niye oturuyorsun kollarını sıvamıyorsun… Bak solcular nasıl çalışıyor…”
O son kelimelerini söylerken çantamı açtım, dergiyi çıkardım, masasına koydum ve dedim ki; “Hah… Bak kardeşim… Ben üzerime düşeni yaptım ve aynen söylediğin gibi kolları sıvadım. Hamallık, amelelik benden, benzini sizlerden!”
Önce bir ne yapabileceğini sordu dostum, kısılmış sesiyle… Reklâm verebileceğini, toplu dergi alabileceğini ve abone olabileceğini söyledim… Elcevap; “Ya Abdurrahman’ım… N’oldu biliyor musun? Geçen yıl umreye gittiydim. Gelirken de çocuklara bir şeyler getirdim ama evden hiçbirini beğenmediler… Bu yıl başımın etini yediler… Hanımı da alıp çocuklarla birlikte umreye niyetlendik. Şimdi fazla açılmamam lâzım. İleride inşallah!”
Dergiyi masanın üzerinde bıraktım, “o ileri dediğin zaman geldiğinde bakalım dergiyi bulabilecek misin?” deyip çıktım.
Sosyal ve kültürel alanlarda ön saflarda olmayı seven, holding sahibi bir ağabeyim de üniversiteye giden kızına, güvenliği açısından yeni bir Mercedes aldığı için elinin dar olduğunu söyleyip, 90 liraya dergiye abone olamamıştı! Kısmet işte…
Tam da o kapıyı kapatmanın kısa bir süre sonrasında bir başka kapı açıldı ve “Beyazsanat Şirketi”ni kurarak “Beyazsanat Dergisi”ni çıkardık 2 arkadaşla… O da yapılanmadaki aksaklıklardan kısa ömürlü oldu… Ayrıldım.
Ve meslekte 28 yılı geride bırakırken; Beyoğlu Gençlik Tiyatrosu’nun gençleriyle “Sarmaşık Kültür”ü yayınlamak üzere kolları sıvadık. Nisan 2005’de ilk sayısını yayınladığımızda, tahminimizin çok çok üzerinde methiyeler aldık… Taraflı tarafsız herkes hiçbir olumsuzluktan yılmamamızı, birkaç sayı direnmemiz halinde “Sarmaşık”ın tutacağını, kök salacağını söylüyorlardı… Biz de direndik… Özellikle Mehmet Yavuz kardeşimin işin matbaa tarafını üstlenmesiyle süren bu direnmemiz bir yere kadardı bu ekonomik belirsizlik ortamında… Zaman zaman bizim için çok ciddi sayılacak boyutlarda borçlandık yine… Sonrasında başka işler yaparak kapatabildik borcun kabasını… Ve aradan geçen 21 ayın sonunda ancak 10. sayıya ulaşabildik…
Kitap gibi hacimli ve dolu dolu bu 10. sayımızdan sonrasını getirebilmem ise mümkün gö-rün-mü-yooooooor!
Buraya kadarmış dostlar.
“Sarmaşık”ı edebiyatımızın tozlu tarihine bırakıyorum 10. sayıyla…
Bundan sonrasındaki çabalarım arasında – ben niyetlenmeyeceğim, başkası da dergisinin yönetimini bana vermeyeceği için- kolay kolay dergi olmayacak…
İlk Cemre’den Sarmaşık’a kadar gelen dergicilik seyrinde her zaman desteğini gördüğüm ağabeylerime, arkadaşlarıma ve kardeşlerime buradan yürek dolusu teşekkürler…
Her yıl umre yapan, Mercedes değiştiren dostlar gibi düşünenlere de –kısmetlerinde varsa- kültürlü günler diliyorum.
Arefe günü yazdığım bu yazıyla kültür dostlarını üzdüğüm için haklarını helal etmelerini diliyorum.
Bundan sonrasında sanatalemi.net’teki yazılar, Yeni Asya’daki haftalık Cemre’ler ve yönelmeyi düşündüğüm kitap çalışmalarıyla devam… Allah’ın verdiği nasip kadarıyla.
Yazarıyla ve okurlarıyla, bütün sanatalemi ailesinin Kurban Bayramı’nı kutluyor, sağlıklı ve kültürle süslenmiş nice mutlu yıllar diliyorum efendim…
Dergicilik seyrimiz içerisinde her ne kadar sürç-i lisan etmişsek affola…
Adımız Hıdır, elimizden gelen budur!
Omuzlarım çürüdü dostlar!
Buraya kadar…
Şimdi farklı alanlarda yeni şeyler söylemek zamanı bence…