1926 yılında Paris’te doğdu. 1949 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdikten sonra fakültenin Mimarlık Tarihi Kürsüsü’ne asistan oldu. 1950’lerde İtalya’ya giderek Rönesans mimarlığı üzerinde çalışan Kuban, 1962’de Fullbright bursuyla konuk öğretim görevlisi olarak ABD’deki Michigan Üniversitesi’nde bulundu. Kuban, 1960’lar ve 70’lerde belli süreler boyunca Harvard Üniversitesi’nin bursuyla Washington D.C.’deki Dumbarton Oaks Araştırma Kütüphanesi ve Koleksiyonu’nda çalıştı. 1965 yılında 'Anadolu Türk Mimarlığının Kaynak ve Sorunları' adlı çalışmasıyla profesör oldu. 1973-76 yılları arasında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde dekanlık yaptı. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü’nün kurulması için çalıştı. 1974’te kuruluşu tamamlanan enstitünün başkanlığını yürüttü. Ağa Han Mimarlık Ödülü Yürütme Komitesi üyesi oldu. Türk, İslam, Anadolu mimarlığı ve sanatını konu alan kitaplar ve makaleler yayımladı. Çalışmalarında, Türk sanat ve mimarlığının özgün bir yaratı alanı olarak görülmesi gerektiğini öne sürdü.
HAKKINDA YAZILANLAR
1.Prof. Doğan Kuban'a Armağan
Zeynep Ahunbay, Kurtgün Eyüpgiller, Deniz Mazlum
Eren Yayıncılık
SÖYLEŞİ
Kuban: 80 bin cami yapıldı ama Osmanlı mimarisi yok oldu
Zaman 16 Aralık 2013
Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen sürede yapılan camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatan Doğan Kuban, “Memlekette son 50 senede klasik usulde neredeyse 80 bin cami yapıldı ama bu kadar yapının arasında Osmanlı mimarisi yok oldu.” diyor.
Paylaş Tweetle Paylaş Gönder Yazdır A A Mimarlık tarihçisi Prof. Doğan Kuban, geçtiğimiz yıllarda ‘Osmanlı Mimarisi’ isimli dev eserini yayımlamış ve Osmanlı’nın mimari tarihini 720 sayfaya, 1000’i aşkın fotoğraf ve çizim eşliğinde sığdırmıştı. Ama tabii ki Osmanlı tarihi, kültürü ve sanatına ilişkin tüm önyargıları ve klişeleri yerle bir eden o kitabı okumak her yiğidin harcı değildi. Biraz da bu sebeple Kuban, herkesin kolayca okuyup kendine rehber edineceği bir başka kitap hazırladı: Osmanlı’nın İstanbul’u (YEM Yayınları). Türkçe ve İngilizce baskıları ayrı yapılan yeni kitap; Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen süreçte Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da yapılan camilerden saraylara, hamamlardan çeşmelere 112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatıyor.
HARİTALI SEKİZ BÖLGE
Mimar Sinan’dan Dalgıç Ahmed Ağa’ya, Balyanlar’dan Raimondo D’Aronco’ya Os-manlı’nın büyük ustalarının imzalarını taşıyan saray, külliye, cami, hamam, köprü, yalı ve çeşme gibi farklı işleve ve ölçeğe sahip önemli yapıları bir araya getiren kitap; onları bugünün karmaşası arasında görmemizi kolaylaştıracak yol haritaları da içeriyor. Osmanlı’nın İstanbul’u; bir yandan gurur veren bir yandan da varlığı her geçen gün kent dokusu içinde kaybolan Osmanlı yapılarını; kısa yürüyüşlerle birbirine bağlanabilecek bir ulaşım düzeni içinde sekiz bölgeye ayırarak anlatıyor. Bunlar sırayla; tarihi yarımadayı kapsayan Suriçi yani Sultanahmet-Sirkeci, Beyazıt-Eminönü, Fatih, Aksaray-Yedikule, sonra surların dışında kalan Eyüp-Haliç, Galata-Beyoğlu, Üsküdar-Kadıköy ve Boğaziçi’nden oluşuyor. Bu bölgelerin dışında kalan Büyükçekmece Köprüsü ve Mağlova Sukemeri de İstanbul çevresi başlığı altında kitabın sonunda bulunuyor.
“Yenikapı’ya yazık ettik, cahillikten...”
Doğan Kuban, neden böyle gezi rehberi gibi bir kitap yazdığını, buna neden ihtiyaç duyduğunu şöyle anlatıyor: “Ortada bir sürü palavra dolaşıyor, önüne gelen bir şeyler yazıyor, söylüyor. Doğrusunu bilen yok. Memlekette son 50 senede klasik usulde neredeyse 80 bin cami yapıldı ama bu kadar yapının arasında Osmanlı mimarisi yok oldu. Osmanlı mimarisi bilinsin diye 720 sayfalık kitap yazdım ama o da ilgilisine. Bu küçük kitap biraz eğitimli bir insanın okuyup vakit bulduğunda gidip göreceği yerleri bir araya getirdi. Yanından geçip gittiğimiz 112 sapasağlam yapı var. Bari onları öğrenelim…”
İstanbul’un biri Hıristiyan biri Müslüman iki büyük imparatorluğun merkezi olduğunu üzerine basa basa tekrar tekrar anlatan Kuban; “Herkesin şunu anlaması lazım. Burası Roma imparatorluk merkezi… Bu ne demek? Roma demek…” diyor ve ekliyor: “Dünyada böyle bir yer yok. Bu şehri koruyamazsak hapı yutarız.” Kuban’a göre zaten surlar dışında şehri pek koruduk da sayılmaz. Bizans Sarayı’na yazık olduğunu söyleyen Kuban, “Parklar, oteller yapacağımıza onu korusaydık İstanbul dünyanın en şanslı turizm merkezi olabilirdi.” diyor ve kendi deyişiyle son cahilliğimizi anlatıyor: “Daha yeni, Yenikapı’ya yazık ettik. Roma devri limanı, en büyük Roma limanlarından biri. Dünyada bir Roma limanı buluyorsun, içinde gemilerin kalıntıları var… Ama koruyamıyor elinden göz göre göre kaçırıyorsun. Orası Roma limanı olarak kalsaydı… İstanbul’un turisti bir senede 10 milyon artardı. İşte bunlar hep cahillikten.”
Bir dilimiz, bir de mimarimiz var
“Bize özgü olan en büyük iki zenginliğimiz Türkçemiz ve mimarimiz. Osmanlıca değil ama Türkçe. Dilimiz tam bir şaheser. Türkler göçebe bir toplum olmasına rağmen dillerini korumayı başarmışlar. Akıl almaz bir şey. 11. yüzyılda gayet gelişmiş bir Türkçe var. Mimarimiz de öyle; çok sade ama gayet modern. Biraz ilkel ama çok insancıl, büyük bir matematik dehasına dayalı, dahası özgün. İran’da, Mısır’da, Çin’de; başka bir yerde yok. Buraya özgü. Şimdikiler değil tabii. Şimdikiler sadece para kazanmaya çalışıyorlar ne yazık ki!”