Ashâb-ı kiramın büyüklerinden. Peygamber Efendimiz'in mihmandârı, yani Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret ettiği zaman, evinde misâfir eden sahâbîdir. İsmi, Halid bin Zeyd olup, künyesi Ebu Eyyub’dur. Medîneli Müslümanlardan olduğu için Ensari nisbesiyle meşhur olmuştur. Türkiye’de Eyyub Sultân diye bilinir. Babasının adı Zeyd, Annesinin ismi Hind binti Rebîa’dır. Doğum târihi bilinmemektedir. 670 (H.50) senesinde İstanbul’da şehid oldu.
Peygamber efendimiz, Mekke’den Medîne’ye hicret etmeden önce bi’setin, yâni peygamberliğin bildirilmesinin on birinci senesinde Müslüman oldu. İkinci Akabe bîatinde bulunarak Resûlullah efendimizin sohbetiyle şereflendi. Böylece Eshâb-ı kirâm ve Ensâr-ı kirâmdan oldu. Hanımı Ümmü Eyyûb da Müslüman olup, Peygamber efendimize hizmetle şereflendi. Eyyûb, Abdurrahmân, Hâlid isminde üç oğlu ve Amre isminde bir kızı vardı.
Peygamber efendimiz Mekke’den Medîne’ye hicret buyurduğu sırada, Medîne’nin ileri gelen kimselerinden bâzıları develeri Kusvâ’nın yularından tutup; “Yâ Resûlallah! Bize buyrun...” diyerek istirhâmda bulundular. Peygamber efenimiz onlara; “Devemin yularını bırakınız. O memurdur. Kimin evinin önünde çökerse, orada misâfir olurum!” buyurdular. Kusvâ da gide gide Peygamber efendimizin bugünkü mescîd-i şerîfinin kapısının bulunduğu yere çöktü. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem devesinden inmediler. Hayvan tekrar ayağa kalktı, yürümeye başladı. Eski yere çöktü ve bir daha kalkmadı. Bunun üzerine efendimiz, Kusvâ’nın üzerinden inip; “İnşâallah menzilimiz burasıdır.” ve “Burası kimindir?” buyurunca; “Yâ Resûlallah! Amr oğulları Süheyl ve Sehl’indir.” diye cevap verdiler.
Peygamberimiz; “Akrabâlarımızdan hangisinin evi buraya daha yakındır?” buyurdular. Zîrâ Resûlullah efendimizin dedesi Abdülmuttalib’in annesi, Neccâroğullarındandı. Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretleri sevinçle; “Yâ Resûlallah! Benim evim daha yakındır. İşte şu evim, şu da kapısı.” diyerek Resûlullah efendimizi buyur etti. Peygamber efendimiz, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin evini teşrif edince, alt katta oturmayı tercih ettiler ve buraya yerleştiler. Böylece Peygamberimizi Mescid-i Nebî inşâ edilinceye kadar ağırlama ve evinde bulundurma şerefi bu mübârek zâta nasib oldu.
Ebû Eyyûb-i Ensârî, Bedr, Uhud, Hudeybiye ve diğer bütün gazvelerde (harplerde) Resûlullah efendimizin yanında bulundu ve hayır duâlarına kavuştu. Birçok muhârebelerde sancakdârlık hizmeti ile şereflendi. Bu sebeple kedisine Sancaktâr-ı Resûlullah ünvânı verildi. Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâm arasında âhiret kardeşliği sözleşmesi yaptırırlarken, Hâlid bin Zeyd ile Mus’ab bin Umeyr hazretleri arasında da âhiret kardeşliği akdi yaptırmıştır. Hâlid bin Zeyd hazretleri Cemel ve Sıffîn vak’alarında, hazret-i Ali’nin yanında bulundu. Kumandanları arasında yer aldı. Suriye, Filistin muhârebelerinde, Mısır ve Kıbrıs’ın fethinde bulundu. Gâyet şecâatli ve pek kahramandı. Bir muhârebede özrü sebebiyle bulunmadığı için hep üzülürdü.
Ebû Eyyûb radıyallahü anh, hazret-i Muâviye’nin, 670 (H.50) senesinde İstanbul’un fethi için teşkil ettiği orduya da katıldı. Çarpışmalar sırasında dizanteri hastalığına yakalandı. Ecelinin yaklaştığını hissedip, Peygamber efendimizin; “Kostantiniyye’de kalenin yanında bir recül-i sâlih defnolunacaktır.” hadîs-i şerîfini rivâyet etti ve “Şâyet burada vefât edersem, cenâzemi hemen defnetmeyin. Ordunun gidebileceği yerin en ileri noktasına kadar götürün ve beni oraya defnedin.” diyerek vasiyet etti. Sonra mübârek rûhunu teslim ederek şehid oldu. O gün Müslümanlar, çarpışa çarpışa kaleye en yakın varabildikleri yere kadar gittiler. Orada kazdıkları kabre, Resûlullah efendimizin mübârek sahâbîsi Ebû Eyyûb-i Ensârî’yi defnettiler.
Aradan sekiz asır geçmiş, hazret-i Hâlid bin Zeyd’in kabri unutulmuş ve kaybolmuştu. Bu arada İstanbul, Müslümanlar tarafından defâlarca kuşatılmıştı. Muhkem kalelerle korunan şehrin fethi, Osmanlı pâdişâhı Fâtih Sultan Mehmed’e nasib olmuştu. Fetihten sonra Fâtih’in ricâsı ile hocası Akşemseddîn tarafından Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin kabri kerâmetle keşfedilerek tesbit edildi. Sultan Fâtih, Akşemseddîn hazretlerinin kerâmetine hayrân kalıp, ziyâdesiyle memnun oldu. Fâtih Sultan Mehmed Han, Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretlerinin kabri üzerine bir türbe, bir de câmii şerîf binâ ettirdi. Burası bütün Müslümanların ziyâretgâhı hâline geldi. (Bkz. İstanbul’un Fethi ve Akşemseddîn)
Eyyûb Sultan Câmiine 1723’te iki minâre ilâve edildi ve 1800 senesinde Sultan Üçüncü Selim Han tarafından yeniden yaptırıldı. İlk Cumâ namazında Sultan da bulundu. Yeni hükümdârlar bu câmi önünde kılıç kuşanırlardı. Câminin son tâmirini, 1960’ta zamânın başbakanı Adnan Menderes, türbenin son tâmirini ise Sultan İkinci Mahmud Han yaptırmıştır. Sanduka üzerindeki yazılar, Sultan’ın el yazısıdır. Türbede asılı levhâdaki iki beyti, Üçüncü Selim Han söylemiş, Yesârîzâde yazmıştır.
Bu türbenin kıble duvarındaki bir dolapta Peygamberimizin mermer üzerinde mübârek kadem-i şerîfleri de bulunmaktadır. Bu nakş-ı kadem-i şerîf, Sultan Birinci Mahmud Hanın emri ile 1634 senesinde saraydan türbeye getirildi.
Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin bildirdiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Ramazân-ı şerîf ayında tamam oruç tuttuktan sonra, Şevvâl ayında altı gün daha oruç tutan kimse, bütün sene oruç tutmuş gibi olur.
“Kim Allah’a ortak koşmadan ibâdet eder, namazı kılar, zekâtı verir, Ramazan ayında oruç tutar ve büyük günâhlardan sakınırsa, muhakkak onun için Cennet vardır.” buyurulunca Eshâb-ı kirâm; “Yâ Resûlallah! Büyük günâhlar nelerdir?” diye sordular. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Allah’a ortak koşmak, Müslüman bir kimseyi öldürmek ve cihâddan kaçmaktır.”
Kılınan her namaz hatâlara bir set çeker.
Sizden birisi helâya gittiğinde kıbleye yönelmesin ve kıbleye dönmesin.
Akşam namazına, yıldızlar doğmadan önce acele ediniz.
Sadakanın en üstünü, yakın akrabâya verilendir.