Aşk Sussun !
Ölüme mahkum edilmiş bir aşktan bu yazılanlar...
Gecenin yanağından, savrulmuş yağmurlardan ve toprak kokusundan...
Yaşama kafa tutarak geçiyorum gençliğimden.
Parmak uçlarımda, tüm mahçupluğuyla kalemim ayrılığı kusuyor.
Ama ben seni susuyorum dilimin döndüğünce.
Bütün anlamlarını çaldırıyor kelimeler, anlamsızlığımda.
Odama ayak bastığımda ilk önce ölüme mahkum edip kendimi,
sonra siliyorum kendi kendimi, sayfa sayfa hayattan.
Sırf parmak uçları yanmış bir kağıttan ibaret değildir yazdıklarım.
Bazen devrilmiş kentlerde konuşuyor şairin sustukları.
Bu kent senden uzakta ışıl ışıl kavrulmakta.
Yolunu sapıtmış kelimelerin peşine takılıp gidiyorum ben, ardımda sonsuz ayrılıklarla.
Artık aşka elveda...
Belki yağmur ıslaklığı kalmadı saçlarımda.
Ve hiçbir masum tutuşma yok avuçlarımda.
Şehrin ışıklarına emanet ettiğim sadece bakışlarım değildir.
Bazı bazı bir ağlayıştır ilk sevdamdan kalma.
Afedersin ey aşk! Yalan olmasın ilk ve son...
Kusursuz bir sevdayı sevemedim hiçbir zaman....
Ama ayrılığım mutlak kusursuz olmalıydı. Ve kusursuzdu da zaten.
Ölümümün ardında hiçbir delil bırakmamıştım.
Hep keskin bir hüzün kokardı odam; sarhoş bir ayrılıktan çıkmış gibiydi.
Yıldızları gömmeye başladım sonra odama, ceset ceset.
Geceye kurşun sıkışımdan korkardı annem.
Ben hep kıskanırdım ayın bakışlarını, gecemi çalıverir sanırdım.
Kaç kez rüzgarın peşine takılıp, terk etti beni yapraklarım.
Yok savrulan ben olmalıydım, gecenin avuçlarında.
Ayrılığa sonuna kadar çakıp kaçtılar gövdemi.
Toprak kavruluyordu, yangınlar çıkartıyordu ayaklarım, bastığım topraklara.
Ayrılıktan bıkmıştım ben, en gerçeğine koşuyordum son sürat.
Sonra kahkahalar savuruyordum ardımda bıraktığım aptal hayata.
Ve tehditler; sevdaya ve sevgiliye.
Sıkıysa beni unutma! Sonra yalvarıyordum;
Ne olur unutsunlar benim unutamadıklarım.
Ama mutlaka ayrılıkla bitmeliydi benim tümcelerim.
Sen sakın dert etme ey aşk! Ben kendimi ölüme emanet ediyorum...