Upuzun merdivenler uzanıyordu yanıbaşımda meçhule doğru yol alan. Hemen kıyısında da belediyelerin merdiven yanlarında özürlüler için yaptırdığı özensiz kıytırıktan rampaların benzeri bir rampa. Yine merdivenler kadar sonu belirsiz bilinmez nihayete doğru uzanan bir rampanın başındayım. Ellerim sımsıkı iplerle irikıyım kapkara bir atın rapunzelvari kuyruğuna bağlanmış durumda bekliyorum. Ayaklarıma kayaklarına benzer iki tahta kayak bağladılar ve vurdular atın kıçına sert tarafından bir sikke. Zorlukla dengede kalmaya çalışarak atın peşi sıra yokuş aşağı ölümüme doğru yol almaya başladım. Soluk soluğa kalmıştım. Ne yapabileceğimi kestiremiyordum. Sürtünmeden ve ısıdan tahta kayaklarım yanıp erimişti. Çaresizce ayaklarımın altında olmadıklarını hissettim. Zamanla ayakkabılarım ve ayaklarım da aynı akıbete uğradı. Vücudum kısaldıkça kısalıyordu. Geriye dönüp baktığımda berimde kandan ve etten iki ayrı şerit bıraktığımı gördüm. Acıdan öfkeden ve çaresizlikten çığlık çığlığa bağırmaya başladım. Diz kapaklarıma doğru bacaklarım da erimişlerdi . Bacak kemiklerimin üzerinde yol alıyor çıtırtılarla dökülüp – yitmelerini hissedebiliyordum. Avazım çıktığı kadar bağırıyor önümde yorulmaksızın koşturan Şeytani At’a yalvarıyordum.

At ani bir hamleyle merdivenlerin düz ara sahanlıklarından birisine sıçrayarak durdu. Salınımlı kuyruk hareketleriyle ellerimi bağlı oldukları ipten kurtarmama etti. Bu kahrolası ölüm yolculuğunun bitmesini kahkahayla karışık ağlamaklı bir hırıltıyla kutluyordum. Asılı kaldığım yokuştan sürünerek merdiven sahanlığına çıktım. Acı ile kıvranarak can çekişiyor ve artık ne ağlayabiliyor ne de çığlık atabiliyordum. Önce eriyip yiten kanlı bacaklarıma sonra peşi sıra sürüklendiğim şeytani yaratığa baktım. O da bu esnada kanlı kızıl gözleriyle bi’çare bedenime ve zafer kazanmış komutan misali sırıtıyordu.