I.
Kimse titretemedi Hunlar kadar Roma’yı. Roma ki, Akdeniz’i bir iç göl yapmış, üç kıtaya hâkim İleri karakolları, Tuna’dan Ren ve Fırat’a Oradan Sahra ve Lut Havzasına ulaşan Bir dünya emperyalı Hiçbir kuvvet korkutamadı Hunlar kadar Roma’yı. Hunlarla ittifakı reddeden Gotlar, Trakya- İtalya’ya; Vizigotlar, Güney Fransa’ya; Vandallar, Kuzeybatı Afrika’ya sürüldü. Zenci köle ticâretini Roma’nın ekonomik öğesi yaparak Roma’ya boyun büktüler. Uranus oğullarını Olympos’a gömmeyi başaran İsa, bu yabanıl kavimleri de kanatlarının altına almayı başaralı 200 yıl olmuştu
Pagan Greko-Latin uygarlığı Hıristiyanlaşalı ve İsa asılıp "Konsül Hıristiyanlığı" resmi din ilân edileli beri Roma, İsa’yı asıp sosyal ve kültürel ihtişâmını koruyacağını düşünmüştü. Oysa İsa’nın gölgesiyle acze düşmüştü. Hunlarla Cermenler, aynı amaçla birleşince, Atilla’nın amcası Ruga, Kuzey Avrupa’da bir tehdit odağı olmuştu Başbuğ Ruga, Orta Asya’dan getirdiği töre ve törenlere sâdık kalıp kendi kültüründen geri bir kültüre sahip Cermenleri etkisi altına aldı.
Hunların giyim-kuşamları, pusat ve donanımları, at ve araba koşumları, Romalılardan ileri düzeydeydi Örgüt yapıları da öyle. Hunların dinsel inançlarından da etkilenip Şaman tapınma törenleri, yekten Cermen kültürünün temelini oluşturdu. Hunların etkisiyle ilkel Cermen toplulukları Greko- Latinlere kafa tutar hâle geldi. Ruga Hunları ve Cermenleri aynı bayrak altında toplayıp görevi tamamlanınca, göğe uçtu. Atilla’nın eli, amcasının kanına bulaştı.
II.
Atilla’nın babası Muncuk sağ olmasa da, Cermen anası Yula, abisi Bleda’ya ve Atilla’ya analık görevini yapıp Hun törelerinde iyi bir bahadır olarak yetiştirdi. Bleda, çok genç ve gözü pekti. Batı Roma’ya akınlar düzenledi. Hun ve Cermen silahlı güçlerini yeniledi. Ardından geniş bir coğrafya üzerinde hiçbir muhâlif odak bırakmadı Uyruğundaki halklara dirlik ve düzenlik güvencesi verdi.
Hun ve Cermen ittifakı, öç ve yağma üzerine kur(ul)du. Doğu ve Batı Roma, İmparatorluğun alternatifi oldu. Greko-Latin uygarlığı, step uygarlığının atları altında ezildi.
Atilla’nın karısı Albız, boş durmadı. Atilla’nın içine şer tohumları ekildi; “İki kılıç bir kına sığmaz!” diye fısıldadı; Atilla, aldırmadı. “Dünya, iki başbuğa dardır.” diye mırıldandı; Atilla, umursamadı. “Senin akıbetini Bleda tayin edecek!” diye bağırdı. “Bleda mı?" Olmazdı, Olamazdı. Niçin olamasındı? Olur, olurdu elbet.
Atilla’nın kardeş sevgisiyle yanan kalbi, birden öfkeyle kabardı, hınçla bilendi. Sağ kolu Arpad’ı yanına çağırdı. Bleda’nın kesilmiş saçı, iki hafta sonra Atilla’nın tolgasına sorguç oldu. Diriyken esirgediği kutluk değeri başının üstünde tuttu. Kendisine kâtil gözüyle bakanlara “Yeter!” diyordu çığlık gibi yırtıcı sesiyle. “Saygısızlık etmeyin Bela da benim öz karındaşım Ağabeyimdi. Alplik nedir, o öğretti bana. Kendisini öldürtmem gerektiğini de.” Sonra sırtını bir ağaca dayayıp uzak bir sungura bakıyormuşçasına gözlerini kısıp ihânetini ve sebeplerini anlatıyordu ve sonucu şöyle bağlıyordu: “Ağabeyim Bleda’nın mâlum akıbeti, mevcut koşulların ve doğa yasalarının bir gereğiydi. Gerçekte, o ölmedi. Ruhen benim içimde. Gücünü bana bahşetti. Ondan önce saftım, gözüm açıldı. Bleda’nın uçmağa varışından itibâren uslamlama gücüm arttı”
lll.
Tolgasıyla, kılıcıyla; çıkık elmacık kemikleri, sakal bırakmış yüzü, kısa boyuyla bir at çobanına benziyordu. Ne Bayındır Han kadar ihtişâmlı; ne Oğuz Kağan gibi bilge; yarı Cermen yarı Hun, sürekli tetikte, sürekli dikkatli. Bir at çobanı, kısık çekik gözleri bir step ejderi gibi kızıl diliyle tıslayarak gülüyordu:
“Ben, Roma İmparatorluğu'nun baş belâsıyım Mağdur ve mazlum halkların öç mızrağı.”
Tepeden tırnağa insanı titreten bir sesi vardı. Burhan-haldun Dağı'nın alnacında ulayarak yedi düvele seyr-ü sefer eden Cengiz Han’dan el aldı. Seyr-ü sefer eyleyip köle ticaretinden büyük gelir sağlayan Burgondları kılıçtan geçirdi. Viking ve Saksonları hükümranlık alanlarından kovdu. Kuzey Avrupa’yı tümden ele geçirdi. Kendini kağan ilan edip Şaman kâhinlerinin elinden taç giydi.
Atilla, kağan olur olmaz step törelerini kesintisiz yürürlüğe koydu Uyruğundaki halkların dinler mozaiğine saygılı davrandı Balkanlara Hunlardan önce gelen Hıristiyanlaşan Türk kabilelerine Romalılarla Hunlar arasında ezilmesinler diye özel önlemler aldı. Tebaasındaki karındaşlarına Talan ve yağma ganimetlerini eşit paylaştırdı.
Ne var ki kağanlığına bağlı Kâhinler Kurulu, yeterli bilgi ve bilgeliğe sahip değildi. Step törelerinin temelindeki adalet anlayışı, Onlar(ın) elinde dehşet, kan ve gözyaşına döndü. En büyük müttefiki Cermenler; akıl almaz, tüyler ürpertici cezâlar aldı. Tarihe acımasız bir hükümdar olarak geçti. Oysa aşk ve adalet anlayışını bu ilkel insanlara aşıladığını sanıyor, kendi suretine bürünmüş korkunun kol gezdiğini fark etmiyordu.
O, büyük ideallerin ve Tanrısal aşkların adamıydı Tek amacı, yeryüzünü bir Hun cenneti yapmaktı Bu kutluk ideali uğruna kelleyi koltuğa almış, Ggrçek bir step bilgesiydi
IV.
Atilla, bu idealle durmuyor, yeni seyr-ü seferler düzenliyordu. Doğu Romalılar, “Atilla Konstantinopolis’e geliyor!” diye Trakya Bölgesi'ni olduğu gibi step atlılarına terk ettiler ve Marmara Bölgesi'ne çekildiler.
Atilla, Konstantinopolis’e girmedi. Meriç Havzasında durdu. Marianopolis’le Serdice dâhil, yetmişten fazla kent zapt edildi. "Şimdilik bu, yeter." dedi.
Zamanın sarkacı gidip gelirken, öç duygusu Doğu Romalıların İmparator naibi Krysaphios’un Atilla’ya kininiyle birleşince; Krysaphios, kağanın başını Onun sağ kolu Edekon’dan istedi O'na bir servet teklif etti. Edekon, Krysaphios’un teklifini kabul etti ve hemen yola koyuldu. Atilla’yı katletmek şöyle dursun, Krysaphios’un girişimini Atilla’ya bizzat kendi anlattı. Atilla, Krysaphios’un başını istedi. Krysaphios, Hunları hiç tanımamasının bedelini canıyla ödedi. Çünkü elçi Edekon’un indinde Atilla, Gök Tanrı’nın bir suretiydi İstese de ona ihânet edemezdi
Kaldı ki Atilla’nın erkânı, Atilla’dan daha iyi koşullarda yaşamaktaydı. Atilla, ihtişâmını tab'asından esirgemezdi de. Rahip Jordanes ve tarihçi Priskos, bu tuhaf gerçekliğin tanıklarıydı.
Trakya’nın ilhâkından ve suikast olayından sonra, Atilla, kuzeye çekildi. Doğu Roma ile Batı Roma birleşip Atilla’ya saldırdı. Atilla, antlaşmalar yapıp bekle-gör politikası uyguladı Ta ki, Hororian’ın sesi, tâ Tuna kıyılarında yankılanınca kendisine 25 yıl önce gönderilmiş yüzüğe dudak büken Atilla, Hororian’ı kurtarmak için ant içti.
İmparator Constantius’un kızı ve vârisi Hororian’u İmparator ölünce İmparatoriçe Plancdia, hapse attırıp oğlu Valentinianus’u imparator yapmıştı. Atilla, Hororian’ın zindana kapatılmaması ve karısı olması için Batı Roma ‘ya dünürcüler gönderip İmparatorluğun yarısını drohoma olarak istedi İmparatorluk reddedince, bu isteğini Orleans’da Roma ve ittifakı Got ordularıyla Batı Hun silahşorları göğüs göğse çarpıştı Kan, su gibi aktı Gök Tanrı’nın kutluk alpleri, Şaman bahadırlarının ümit ve cesaretle yoğrulmuş step atlıları, Batı Roma ordusunu dağıttı Kuzey Galya, küçük krallıklar halinde parçalandı.
Britanya, Saksonlara; Güney Galya ve İspanya, Vizgotlara, Jura ve Alp bölgesine Burgonlar yerleşti. Step atlıları, vadilerden ağır ağır Po ovasına aktılar. Po ovasında salgın kasırga gibi Atilla’nın ordusuna çullanınca, O görkemli Hun ordusu, hızla eridi. Apeninler, toynak sesleri yerine hasta askerlerin öksürüğüyle yankılandı Atilla, Hıristiyanların Tanrısı’nın hışmına uğradığını düşünüp geri döndü. İçindeki ateş, bir türlü sönmüyordu.
Hororian’ın da, Roma’nın da, Gök Tanrı belasını versindi Tekrar evlenmeye karar verdi. Kendisine İlek, Dengizik ve İrmek adlı üç oğul veren Albız yoktu artık. İldiko adlı bir peri kızını sevdi. İldiko kimdi, nereliydi, kimse bilmiyordu. Yedi gün şenlik ateşleri yakıldı. Davullar vuruldu. Yedinci gün, Atilla gerdeğe gencelip girdi.
Ecel, onu nice savaştan yara almadan kurtulmuş, stepleri bozkır kurdu İldiko’nun gök gözlerinde boğuldu, yok oldu. Atilla ölmüş, Atilla öldürülmüştü. Şaman kâhinleri, bu kutluk ve bilge hânı gömecek yer bulamadılar. Tuna nehrinin kollarından birinin yatağını değiştirip üç günlük yuğ töreninden sonra kızıl otağın önünden Bbgümler saçlarını yoldu. Alpler, sakalların yolup; beyler, hançerleriyle yüzlerini çizip; Kızıl ateşlerin önünde, sinsin oynadılar. Bu nehir yatağına gömdüler ulu hakanlarını. Definle görevli Yund kabilesi, töreleri gereği Batı Hun topraklarını terk edip atlarını bir daha dönmemek üzere Anadolu’ya doğru sürdüler. Atilla, göğe uçup gitti, ulu bir sungurun kanadına takılıp...