Eceli gelmek : -1. İnsanın yaşamı doğal olarak sona ermek, eceli ile ölmek. -2. Doğal olmayan bir nedenle ölmek ya da öldürülmek.
Eceline susamak : Ölümüyle sonuçlanabilecek tehlikeli davranışlarda bulunmak. (Kars. Belasını aramak, ölümüne susamak.)
Ecel şerbeti içmek : Ölmek.
Ecel teri dökmek : Tehlikeli bir durum karşısında büyük korku ve kay gı duymak; kendini ölecekmiş gibi hissetmek.
Eciş bücüş : Çirkin görünüşlü. (Kars. Çarpık çurpuk, eğri büğrü.)
Edebiyat yapmak: Bir konuda süslü, yapmacıklı boş sözler söyle mek.
Efkâr dağıtmak : Kaygıyı, üzüntüyü, tasayı neşelenerek, eğlenerek gi dermeye çalışmak.
Efradını cami, ağyarını mani: (esk.) “Gerekli her tür şeyi içeren, ge reksizleri konu dışı bırakan” tanım için söylenir.
Eğri büğrü : Eğilmiş, bükülmüş; çarpık çurpuk. (Kars. Eciş bücüş.)
Ekalliyette kalmak : bk. Azınlıkta kalmak.
Ekin iti: Başını yukarı kaldırıp herkese yüksekten bakan kimse için kul lanılır.
Ekmeğinden etmek (birini) : Onu işinden çıkarmak, atmak.
Ekmeğinden olmak (biri) : Geçimini sağlayan işinden zorunlu olarak ayrılmak.
Ekmeğine yağ sürmek (bir şey, birinin) : İstemeden, düşüncesizce yaptığı bir iş, karşı tarafın işine yaramak.
Ekmeğini çıkarmak : Geçimine yetecek kadar kazanç sağlamak.
Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi sağlayacak duruma gelmek, (Kars. İş tutmak).
Ekmeğini taştan çıkarmak : Geçimini sağlama konusunda pek bece rikli, yetenekli olmak.
Ekmeğini yemek (birinin): -1. Birisinin işinde çalışarak kendi geçimini sağlamak. -2. Geçim yönünden birisinin yardımından yararlanmak.
Ekmeğiyle oynamak (birinin) : Bir kimse kendisinin ya da başkasının işini kaybetmesine neden olmak.
Ekmek aslanın ağzında : “Geçimini sağlayacak bir iş bulmak ve para kazanmak çok zor.’ anlamında.
Ekmek elden su gölden : Çalışmayıp başkasının kesesinden bol bol yiyip içme.
Ekmek kapısı : Bir kimsenin geçimini sağladığı yer ya da iş; geçim kapısı.
Ekmek kavgası: Geçimini sağlama çabası.
Eksik çıkmak : Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak.
Eksik etek: Kadın, eş için aşağılama sözü.
Eksik etmemek (bir şeyi) : -1. O şeyi her zaman bulundurmak. -2. Ona devam etmek, onu sürekli yapmak.
Eksik gedik : Gerekli olan ufak tefek şeyler.
Eksik gelmek : Gerekli olandan daha az olmak, yetmemek.
Eksikliğini duymak (bir şeyin, birinin): O şeyin eksik, yarım, noksan olduğunun bilincine ermek; o kimseyi arar olmak.
Eksik olma : “Sağ ol, var ol” antamında teşekkür sözü.
Eksik olmasın : “Sağ olsun, var olsun” anlamında iyi dilek sözü.
Eksik olsun : -1. “İstemem, gereği yok.” anlamında öfkeyle söylenir. -2. Kızılan bir kimse için “ölsün!” anlamında kullanılır.
El açmak : Dilenmek, başkasından para ve yardım ister duruma düş mek; avuç açmak.
El alışkanlığı (yatkınlığı) : Bir işin birçok kez yapılması sonucu kazanı lan beceri, ustalık.
El atmak (birinden) : -1. Tarikatlarda bir mürit, mürşidinden başkaları na yol gösterme iznini almak. -2. Bir sanat öğrenen çırak, ustasından kendi başına iş yapabilme iznini almak. -3. İskambil oyunlarında kar şı taraftan daha kuvvetli kâğıdı oynayarak üstünlük sağlamak.
El altından : İstenildiği zaman kolayca alınabilecek, bulunabilecek yer de, hazırda.
El altında : Gizlice, kimsenin haberi olmadan. (Kars. Alttan alta, gizli den gizliye.)
El atmak (bir şeye) : -1. Yeni bir işe başlamak. -2. Birisinin işine karış mak; müdahale etmek. -3. Birine sarkıntılık etmek.
El ayak çekilmek : Ortalıkta kimse kalmamak, ortalık sessizleşip ıssız laşmak.
El basmak (bir şeye) : Ekmek ya da kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak ant içmek, yemin etmek.
El bebek, gül bebek :Çok sevilen ve nazlı büyütülen, şımarık çocuk İçin söylenir.
El beğenmezse yel (yer) beğensin : “İnsanı beğenecek kişiler olmaz sa, şerefsiz yaşayacağına ölmesi daha iyidir.’ anlamında.
El çabukluğu: -1. Bir işi çabuk biçimde yapma ustalığı. -2. Bir şeyi sezdirmeden yapma.
El çabukluğuna getirmek (bîr şeyi) : Bir işi, hilesini sezdirmeden çabucak yapmak
El çekmek (bir şeyden) : O şeyden vazgeçmek, artık onu yapma mak.
El çektirmek (birisine, işten): Onu görevinden, İşinden uzaklaştırmak.
Elde avuçta bir şey bırakmamak: Para, mal mülk, vb’yi savurganca harcayıp tüketmek.
Elde avuçta bir şey kalmamak: Para, mat, mülk vb. harcanarak bit mek, tükenmek.
Elde avuçta ne varsa : Elindeki bütün mal, mülk , para.
Elde etmek (bir şey) (birini) : -1. Bir şeye sahip olmak, onu edin mek. -2. Bir şey meydana getirmek, üretmek. -3. Bir kimseyi kendi yanına çekmek. -4. Bir kimseyi kendi hizmetine almak.
El değiştirmek: Bir şeyin sahipliği ya da kullanımı birinden bir başka sına geçmek.
El değmemiş : -1. Hiç kullanılmamış, hiç dokunulmamış. -2. Saflığı bo zulmamış.
Elde (elinde) kalmak: -1. Bir mal satılamadığı için olduğu gibi sahi binde durmak. -2. Harcamanın sonunda artmış olarak durmak.
Elden ayaktan düşmek (kesilmek) : Hastalık ya da yaşlılık sonucu yü rüyemez, iş yapamaz duruma gelmek.
Elden çıkarmak (bir şeyi) : O şeyi satmak, başkasına devretmek.
Elden çıkmak (bir şey): O şey satılmak, başkasına devredilmek.
Elden düşme : Az kullanılmış ya da sahibinden ucuza alınmış (mal).
Elden (elinden) düşürmemek (bir şeyi) : O şeyle uzun süre yakın dan ilgilenmek.
Elden ele : Bir kişiden ötekine.
Elden ele dolaşmak : -1. Birçok kimsece alınıp bakılmak. -2. Birçok sa hip değiştirmek.
Elden geçirmek (bir şeyi) : -1. Onu incelemek, kontrol etmek. -2. Onu onarmak, düzeltmek.
Elden gel: -1. “Seni kutlarım.” -2. “Parayı hemen ver.” anlamında.
Elden gelmemek : Bir şey yapamamak, dayanamamak.
Elden (elinden) geldiği kadar: Yapabildiği, mümkün olduğu kadar.
Elden gitmek (bir şey, biri) : Onu yitirmek, ondan mahrum kalmak.
Elden ne gelir: “Ne yapılabilir?” anlamında çaresizlik bildirir.
Elden (elinden) kaçırmak (bir şeyi) : Onu elde etmek fırsatını yitir mek.
Elde (elinde) tutmak (bir şeyi): Bir duruma ya da işe hâkim olmak.
Ele almak (bir şeyi) : -1. Bir şey üzerinde çalışmaya başlamak. -2. Bir şeyi inceleyip araştırmak, eleştirmek.
Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, şımarık ve taşkın davranışlar da bulunmak.
Ele geçirmek (birini, bir şeyi) : -1. Onu yakalamak. -2. Onu elde et mek, edinmek, ona sahip olmak.
Ele geçmek: -1. Yakalanmak. -2. Elde edilmek.
Ele gelmek : -1. Bir şey ele tutulabilir duruma gelmek. -2. Bebek kuca ğa alınacak kadar büyümek.
Ele güne karşı: Herkese karşt, herkesin Önünde.
El elde baş başta : “Hiçbir şey kalmadı, her şey tükendi.” anlamında.
Et ele vermek (biriyle) : Onunla işbirliği yapmak, güçlerini birleştir-rnek.
El emeği: -1. Elde yapılan iş, ürün. -2. Elle yapılan çalışmanın karşılı ğı, ücreti.
El etek çekmek (bir şeyden) : -1. Artık o şeyle uğraşmaz olmak. -2. Kendini bütünüyle ibadete vermek.
El etek öpmek : -1. İşini yaptırmak için çok yalvarmak. -2. Yaltaklan mak, hoş görünmeye çalışmak, dalkavukluk etmek.
El etmek (birine) : Ona “gel” anlamında el sallamak.
Ele verir talkını, kendi yutar salkımı : (ele verir öğüdü, kendi keser
söğüdü) : “Başkasına verdiği öğüdü kendisi tutmaz, dahası tersini ya par.” anlamında.
Ele vermek (birini) : -1. Suçlu bir kişiyi güvenlik kuvvetlerine haber ve rip yakalatmak. -2. Aynı suçu işlemiş bir kişinin suç arkadaşlarını, kendisi yakalanınca baskı ya da çözülme sonucu güvenlik kuvvetleri ne yakalatmak.
Et gün : Herkes, el âlem.
Eli açık : Cömert, para harcamaktan çekinmeyen (kimse).
Eli ağır: -1. Yavaş iş yapan (kimse). -2. Eliyle vurduğunda acıtan kim se; ağır elli.
Eli ağzında kalmak : Çok şaşırmak, şaşırıp kalmak.
Eli alışmak (bir şeye) : -1. Bir işte ustalık kazanmak. -2. Herhangi bir davranışı alışkanlık haline getirmek.
Eli altında otmak : Aradığı, istediği zaman bulabileceği yerde olmak.
Eli armut mu devrişiyor? (eli armut devşirmiyor ya?) : “Bir kimse bir iş yapıyorsa, öteki de boş durmaz, aynı işi yapabilir.” anlamında.
Eli ayağı (kolu) bağlı kalmak : -1. Bir şey yapamayacak durumda ol mak. -2. Yardıma olması, çözüm bulması gereken bir konuda, hiçbir şey yapamamak. Eli ayağı buz kesilmek: Aldığı üzücü bir haber yüzünden İş yapamaz
duruma gelmek.
Eli ayağı düzgün olmak : Bedence, görünüşçe kusursuz olmak, iyi gö rünmek.
Eli ayağı(na) dolaşmak: Telaştan, heyecandan ne yapacağını şaşır mak, saçma sapan işler yapmak.
Eli ayağı titremek :” Korkur sinir, vb. yüzünden heyecanlanmak. Eli ayağı tutmak : İş yapabilecek durumda olmak.
Eli bol: -1. İş yapabilecek parası olan (kimse). -2. İş için gerekli araçla rı esirgemeyen (kimse). Eli bollaşmak : Para yönünden rahatlamak. Eli boş : O sırada yaptığı bir işi olmayan (kimse). Eli boş dönmek (bir yerden): İstediğini elde edemeden dönmek.
Eli (elleri) boş gelmek (gitmek) (bir yere) : O yere armağansız gel mek (gitmek).
Eli böğründe (koynunda) kalmak : Başarısızlığa uğramak, bir iş yapa maz duruma düşmek; umutsuz, çaresiz duruma düşmek.
Eli cebine varmamak (gitmemek) :* Para harcama konusunda cimri davranmak, para harcamaya yanaşmamak. (Kars. Cebinde .akrep ol mak.)
Eli (eline ) çabuk : Çabuk iş yapan (kimse).
Eli darda : Para sıkıntısı içinde.
Eli değmek (değmemek) ermek (ermemek) (bir şeye) : Söz konu su işi yapacak vakit ve fırsatı bulmak (bulamamak).
Eli ekmek tutmak: Geçimini sağlayacak duruma gelmek. (Kars. Ek meğini eline almak.)
Eli ermek (ermemek) (bir şeye, bir şeyi yapmaya) : Onu yapmaya
vakti olmak (olmamak).
Elifi görse mertek (direk) sanır : Bilgisizliğine rağmen bilgiçlik tasla yan, okuması yazması olmayan bir kimse için alay yollu söylenir.
Eli geniş : Para sıkıntısı çekmeyen; cömert (kimse). Eli genişlemek : Eli bol para geçmek, harcama olanağı olmak.
Eli gitmek (bîr şeye) : Onu tutmak, yakalamak istemek.
Eli hafif : Acıtmadan iş gören (dişçi, iğneci).
Eli İşe yatmak : Bir işi yapabilecek el becerisi olmak.
Eli işte (aşta), gözü oynaşta : İş yapar görünen, fakat aklı başka şey lerde olan, (kimse).
Eli kalem tutmak: -1. Yazı yazmayı bilmek. -2. Bir konu hakkında ba şarılı bir biçimde yazı yazma yeteneğine sahip olmak.
Eli kırılmak : Eli bir işe yatkın duruma gelmek.
Eli kolu bağlı olmak (durmak, kalmak) : Üzerine düşen ya da üzeri ne aldığı bir görevi çeşitli nedenlerle yapamayacak durumda olmak.
Eli kulağında : Olması ya da gerçekleşmesi çok yakın.
Eli kurusun : “Elin tutmaz, bir iş görmez olsun.” anlamında ilenç.
Eli mahkûm : “Bu işi yapmak zorunda.” anlamında.
Eli maşalı: Şirret, edepsiz, kavgacı (kadın).
Elinden almak (bir şeyi, birisi) : Birini sahip olduğu bir şeyden, bir kimseden yoksun kılmak.
Elinden bir İş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak.
Elinden bir kaza (sakattık) çıkmak : İstemeyerek birisini yaralamak ya da Öldürmek.
Elinden bir şey gelmemek : Olanaksızlık, çaresizlik ya da beceriksiz lik yüzünden yardıma olamamak.
Elinden çekmek: -1. Bir kimse yüzünden sıkıntıya düşmek. -2. Bir kim seyi öç almak için sıkıntıya sokmak.
Elinden düşürmemek (bir şeyi) : Sürekli onunla İlgilenmek.
Elinden geleni ardına koymamak : Elinden gelen her türlü kötülüğü yapmak.
Elinden geleni yapmak: Bir işi bilgisinin ve gücünün yettiği kadarıyla yapmak.
Elinden gelmek : Söz konusu şeyi yapma becerisi olmak.
Elinden hiçbir şey kurtulmamak : Her şeyi becerebilecek yetenekte olmak.
Elinden İş çıkmamak: Elindeki İşi zamanımda bitirememek; elindeki işi sürüncemede bırakmak.
Elinden tutmak (birinin): -1. Ona yardım etmek. -2. İlerlemesine yar dıma olmak, kayırmak.
Elinde olmak {bir şey) : O şeyi yapabilecek durumda olmak, o şey onun yetkisi, becerisi içinde olmak.
Eline ağır: Elinden çabuk iş çıkmayan (kimse).
Eline ayağına düşmek (kapanmak, sarılmak) : Bir isteğini yaptırabil mek için bir kimsenin ayaklarına kapanıp yalvarmak.
Eline ayağına üşenmemek : İşini severek yapmak.
Eline bakmak (birinin) : Bir kimsenin yardımıyla geçinebilir durumda otmak.
Eline düşmek (bir şey birinin) (biri birinin) : -1. O şey (yer vb) onun egemenliği, buyruğu altına girmek. -2. Ona yakalanmak. -3. Kendisi ne hıncı bulunan bir kimseye muhtaç duruma gelmek. -
Eline, eteğine sarılmak: Birine bir iş için çok yalvarmak.
Eline geçmek (bir şey) (birisi) : -1. Kazanmak, elde etmek. -2. Bul mak. -3. Yakalamak.
Eline kalmak (birinin): Kendisine yardım edecek ya da bakacak on dan başka kimsesi kait ak.
Eline (elinize, ellerinize, ellerine) sağlık: “Yaptığın iş iyi olmuş, teşek kür ederim.” anlamında.
Eline su dökemez : “Bu kimse, adı geçen kimsenin çırağı bile olamaz, onunla aynı değerde değildir.” anlamında.
Eline vur, ekmeğini (ağzından) al: Sessiz, pısırık (kimse).
Elini ayağını çekmek (biri, bir yerden) : Oraya uğramaz olmak, artık oraya gitmemek.
Elini ayağını kesmek (birinin, bir yerden) : Onun oraya uğramasını engellemek.
Elini ayağını öpeyim : “Çok yalvarıyorum.” anlamında bir şeyin yapıl masını isterken söylenir.
Elini cebine atmak : Cebinden pars çıkarmak için davranmak.
Elini çabuk tutmak : Bir işi çabuk yapmaya çalışmak.
Elini eteğini çekmek (bir şeyden) : O şeyle ilgisini tümüyle kesmek.
Elini kana bulamak : Bir kimseyi yaralamak ya da öldürmek.
Elini kolunu bağlamak (bir şey, birinin) : O şey onu hiçbir iş yapama yacak duruma getirmek.
Elini kolunu sallaya sallaya dolaşmak (gezmek) : Pervasızca, ser bestçe, çekinmeden dolaşmak.
Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir yere eli boş olarak, hiçbir ar mağan almadan gitmek.
Elinin altında : Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlık ta.
Elinin körü: “Sorduğun sorular yeter artık, kötü sözler söyleyeceğim şimdi!” anlamında paylama sözü.
Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Evde hiçbir işe el sürme mek, çok nazlı olmak.
Elini sürmek (bir şeye, birine) : -1. bk. elini sürmemek. -2. Birine her hangi bir kötülük yapmak; dövmek, tecavüz etmek.
Elini sürmemek (bir şeye) : -1, O şeyi eline almamak, o işi yapma mak. -2. Tenezzül etmemek.
Elini uzatmak (birine) : Ona yardım etmek, destek olmak.
Elini veren kolunu alamaz: ‘Çıkara bir kimsedir. Senin cömert, yar dımsever biri olduğunu anlarsa, elinden zor kurtulursun.” anlamında.
Elini vicdanına (kalbine) koyarak (söylemek) : Doğru, hakça (söyle mek); gerçekleri, doğruları gizlemeden (söylemek).
Eli olmak (bir şeyde) : -1. Bir işe herhangi bir biçimde katkıda bulun mak. -2. Bir işle gizli bir ilişkisi olmak.
Eli para görmek : Para kazanmak, cebi para görmek.
Eli sıkı: Cimri, kolay para harcamayan (kimse).
Eli silah tutmak: Silah kullanıp savaşabilecek durumda olmak.
Eli sopalı: Zorba, sert, baskıcı (kimse, yönetim).
Eli şakağında : Düşünceli, tasalı, kaygılı.
Eli uzun : Fırsatını bulunca eline geçirdiklerini aşıran, hırsız.
Eli varmamak (gitmemek) (bir şeye): Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak; o işi yapmak için içinde bir istek duymamak.
Eli yatkın (bir işe) : O işe alışkın, becerikli (kimse).
Eli yatmak (bir işe): Bir işi yapabilecek el becerisi edinmiş olmak.
Eliyle koymuş gibi (bulmak) (bir şeyi, birini): Aradığını hemen, kolayca (bulmak).
Eli yüzü düzgün : Yüzüne bakılabilir olan, güzelce (kimse).
El kadar: Çok küçük (Kars. Bacak kadar.)
El kaldırmak : -1. Söz istemek ya da oy verdiğini belirtmek için elini havaya kaldırmak. -2. Kendisinden büyüğe vuracakmış gibi davra-mak.
El kapısı: -1. Yabancıların evi, yurdu. -2. Bir kızın gelin gittiği ev. -3. Ki şinin geçimini sağladığı işyeri.
El kiri: Hiçbir değeri olmayan, geçici (özellikle para için söylenir).
El koymak (bir şeye) : -1. Bir şeyi, kendi buyruğu altına almak; bir ye rin yönetimini kendi yetki sınırlan içine almak. -2. Bir yolsuzluğu orta ya çıkarmak için incelemesine girişmek.
Ellerin dert görmesin : “Allah razı olsun.” anlamında iyi dilek sözü.
Eller yukarı: “Ellerini yukarı kaldır ve teslim ol!” anlamında uyarı sözü.
Elle tutulacak tarafı kalmamak : -1. Sağlam tarafı kalmamak. -2. Kendisine güvenilmemek.
Elle tutulacak tarafı olmamak : Değerli, güvenilir bir yönü bulunma mak.
Elle tutulur gözle görülür : Çok belirgin, çok açık olan.
El sıkışmak : İki arkadaş karşılaştıklarında sevgi ve saygı gereği birbirlerinin ellerini tutup, hafifçe sıkmak.
El sıkmak: Selamlaşmak için iki kişi birbirlerinin ellerini tutmak.
El sürmemek (bir şeye, birine) : -1. Onu ellememek, ona bir zararı dokunmamak. -2. Bir işi yapmaya başlamamak. -3. İlgilenip eline al mamak.
El tutmak : Bir iş vakit almak, uzun sürmek.
El uzatmak (birine) (bir şeye) : -1. O kimseye yardım etmek. -2. Başkasınıın İşine, çıkarına dokunmak, kendisine ait olmayan bir şey üze rinde Ihak iddia etmek.
El uzluğu : El alışkanlığı, ustalık, maharet.
El üstünde tutmak (birini) : Ona çok değer vermek, aşırı saygı ve sev gi göstermek.
El vermek (birine) : -1. Ona yardım etmek. -2. Mürit mürşide başkalarına yol gösterme izni vermek. -3. Birine bir konuda yetki vermek. -4. İskambil oyunlarında karşı tarafa oyun üstünlüğü tanımak.
El yatkınlığı: -1. İşe alışmış olma durumu. -2. El işlerini yapmakta yet kin olma.
El yordımıyla : Görmeden, elle yoklayarak.
Emeği geçmek: Bir işin yapılmasında özenle, çok çalışmış olmak.
Emek çekmek: Bir işin yapılmasında çok çalışmak.
Emek vermek (bir şeye) (birine) : -1. Bir şeyin meydana gelmesi için özen göstererek Çok çalışmak. -2. Bir kimsenin yetişmesi için büyük çaba harcamak.
Emir büyük yerden : İtiraz edilemeyecek buyruklar İçin söylenir.
Emniyet etmek (birine) : Ona güvenmek, emanet etmek.
Emniyet vermek (birine) : Ona güven duygusu vermek.
Endazeye vurmak (bir şeyi) : Onu hesaplamak, ölçmek.
Endişe duymak (bir şeyden) : O şey için kaygılanmak, tasalanmak.
Engel çıkarmak (birine) ; Bir işin yapılmasını zorlaştırmak.
Eninde sonunda (önünde sonunda): Ne zaman olsa, en sonunda, kaçınılmaz olarak.
Enine boyuna : -1. Her yönüyle, eksiksizce. -2. İriyarı, gösterişli (kim se).
Eni konu : Eksiksizce, her yönüyle. (Kars. İyiden iyiye.)
Ensesi kalın : Maddi durumu yerinde olan (kimse).
Ensesinde boza pişirmek : Bir işi yapması, bitirmesi İçin sürekli uyar mak, tedirgin etmek.
Ensesine binmek : Baskı altında tutmak, bir işi yapmaya zorlamak.
Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak. (Kars. Yakasına yapış mak.)
Ense yapmak: Hiçbir işle uğraşmadan, keyfinoe yaşamak.
Entrika çevirmek : Hile düzenlemek.
Er geç : Ne vakit olsa, erken ya da geç.
Eriyip bitmek: -1. Çok zayıflamak, incelmek. -2. Çok aa çekmiş ol mak.
Eriyip gitmek : Yok olmak.
Erkek Fatma (Ayşe) : Erkekler gibi davranan kızlar için kullanılır.
Esamisi okunmamak: Hiç önem ve değer verilmemek, adı geçme mek.
Es geçmek (bir şeyi, birini) : Üzerinde durmamak, aldırış etmemek, boş vermek, önemsememek.
Eski çamlar bardak oldu : “Zaman değişti, eski durumların önemi ve değeri kalmadı.” anlamında.
Eski defterleri karıştırmak : Geçmişteki olayları bir yarar umarak ya da başka bir amaçla yeniden ele almak, anımsatmak.
Eski göz ağrısı: Birinin çok eskiden sevgilisi durumunda olan kimse (özellikle kız, kadın); İlk göz ağrısı.
Eski kafalı: Geçerliğini az ya da çok yitirmiş düşünceleri savunan, es ki yaşam biçimine bağlı (kimse) (Kars. Geri kafalı.)
Eski köye yeni âdet: Geleneklerine, eski yaşam biçimine bağlı bir topluluğa yadırganan bir yenilik getirmek.
Eski kurt : Mesleğin inceliklerini bilen, aldatılması olanaksız kimse.
Eski tas eski hamam : “Değişen hiçbir şey yok, eski durum devam ediyor.” anlamında.
Eski toprak : Yaşlandığı halde dinç kalmış (kimse).
Eski tüfek: Herhangi bir alanda en kıdemli olan, bilgi, deneyim yö nünden en zengin olan (kimse).
Esrar kumkuması (kutusu, küpü) : Neyin nesi olduğu, ne ile uğraştı ğı bilinmeyen kimse için söylenir.
Esrar perdesi: Bir olayın gerçek yüzünün anlaşılmasını güçleştiren özelliklerin tümü.
Eş dost: Tanıdıklar, bildikler, ahbaplar.
Eşek başı mısın? : “Yetkini kullanmayıp neden gevşek davranıyor sun?” anlamında.
Eşek cenneti: Öbür dünya.
Eşek kadar olmak : Büyüdüğü halde akıllanmamak.
Eşek sudan gelinceye kadar dövmek (birini): Onu uzun bir süre İyi ce dövmek.
Eşek şakası: Ağır el şakası.
Eşref saati gelmek : Uygun, elverişli zamanı gelmek.
Etekleri tutuşmak : Çok telaşlanmak, kaygıya düşmek.
Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek.
Etek öpmek : Dalkavukluk etmek, yaltaklanmak; el etek öpmek.
Eti budu yerinde, (etine buduna dolgun) : Semiz, tombul (özellikle kadın, kız).
Eti ne, budu ne? : Bir kimsenin küçük, cılız veya olanaklarının sınırlı, parasını az olduğunu anlatmak için söylenir.
Etine dolgun : Tombul (kimse). (Kars. Balık etinde.)
Eti senin kemiği benim : Eskiden velilerin çocuklarını eğitimciye, usta ya teslim ederken söyledikleri söz.
Et kafalı: Anlayışsız, kalın kafalı (kimse).
Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı dostlar için söylenir.
Etliye sütlüye karışmamak: -1. Kendini ilgilendirmeyen işlere karış mamak. -2. Kendi halinde yaşamak.
Etmediğini bırakmamak (komamak): Elinden gelen her türlü kötülü ğü yapmak.
Etrafında dört dönmek : İstediğini elde etmek ya da korumak için biri nin yanından ayrılmamak.
Ettiği (yaptığı) hayır ürküttüğü kurbağaya değmemek : Bir İşte ver diği zarar yaptığı iyilikten büyük olmak.
Ettiğini bulmak : Yaptığı kötülüğün karşılığını bulmak.
Ettiğini yanına bırakmamak: Yaptığı kötülüğe kötülükte karşılık ver mek, ondan öcünü almak.
Ettiği yanına (kâr) kalmak : Yaptığı kötülük karşılıksız kalmak, yaptığı kötülüğün cezasını görmemek,
Ettiğiyle kalmak: Düşündüğü kötülüğü yapamadığı için üzüntü ve utanç içinde kalmak.
Ev açmak : Ayrı bir eve yerleşmek, evlenmek.
Ev bark : -1. Ev. -2. Çoluk çocuk, ev halkı.
Evde kalmak ; Kız, yaşı ilerlemesine karşın evlenememiş olmak.
Evdeki hesap çarşıya uymamak : Tasarlanan bir şey başka biçimde gerçekleşmek, sonuçlanmak.
Evin direği: -1. Kadın için koca, eş. -2.Evİn geçimini sağlayan kimse.
Evirmek çevirmek (bir şeyi),: O şeyin her >a>ını iyice gözden geçir mek.
Evlerden uzak (ırak) : ‘Kimsenin başına bu tür felaketlerin gelmeme sini dilerim.” anlamında.
Evvel Allah : “Allah’ın yardımıyla” anlamında pekiştirme sözü.
Evvel âr idi, şimdi kâr oldu : “Önce ayıp sayılırken şimdi beğenilen bir davranış oldu.” anlamında.
Ev yıkmak : -1. Karı ile koca arasına fitne sokup, ayrılmalarına yol aç mak. -2. Bir ailenin geçim yollarını ortadan kaldırıp perişan olmaları na yol açmak.
Eyvallah demek (bir şeye) (birine) : -LRazı olmak, kabul etmek. -2. Aliaha ısmarladık demek.
Eyvallah etmemek (birine) : Birinin minneti altına girmemek, birine boyun eğmemek.
Eyvallahı olmamak (birine, hiç kimseye) : Ona, onlara minneti, gö-. nül borcu olmamak.
Ezbere iş görmek : İncelemeden, gelişigüzel iş görmek.
Ezbere konuşmak : Aslını arayıp sormadan, bilmeden konuşmak.
Ezilip büzülmek : -1. Konuşurken sıkılmak, çekinmek, güç duruma düşmek. -2. Utangaç ya da kibarca davranışlarda bulunmak.