Ömrün boyunca okuduğun edebi eserler, izlediğin filmler, resimler hatta belki bilimsel araştırmalar acaba hepsi yaşanmışlık ürünü müdür?

Bu soruyu kendine hiç sordun mu bilmiyorum ama cevabını düşününce net olarak vereceğini biliyorum; hayır!..

Aşkına yazdığı nice mısraları defalarca sindirerek okuduğun, kendi aşkımızı yeniden ve yeniden temize çektiğimiz o şairin aslında hiç aşk yaşamadığını ve aslında bunun özleminin o mısraları ilahileştirdiğini öğrendiğinde önce hayal kırıklığına uğramış sonra ise kendini şanslı hissettiğini söylemiştin çünkü sen yaşayabilmiştin...

Kafka'nın hayatını okuduğum zaman ona en çok ilham veren tutkulu aşklarının çok az gördüğü kadınlar olması başta çok şaşırtmış sonra ise hatırlattığı kesitler yüzünden tebessüm ettirmişti.

Öyle ressamlar var ki; hiç görmediği bir kadını, içine çeken bir manzara resmini tuvale hayalinden aktarmıştır ve sana sadece "bir yerden tanıdık ama" cümlesini kurmak düşer; içinden sessizce düşünürsün bunu.. Böyle düşündürmesini herkesin hayal dünyasının birbirinden çok farklı olduğu kadar zaman zaman ortak ögeler taşıyabileceğindendir.. Yani en azından benim gözlemim böyle.. Bilinçaltı mesajı gibi, orada senin anlayamadığın ama beyninin algıladığı bir mesaj var sanki...

Aklıma işi uzay bilimi olan bilim insanları geldi... Uzaya hiç gitmeden her şeyi yaşadığı semtten hakkında daha çok şey bilmek garip geliyor değil mi insana?... Mucitler mesela, hayal etmeyi bilmeselerdi bilimi de aracı edip sonuca varabilirler miydi?

Böyle birini tanıyorum, o kollarını açtığında, dünyalar dökülüyor üstünü aradığında... Adım adım gezememiş tüm dünyayı ama her coğrafyadan, her insandan, her tarihten bir parça tatmış gibi. O bir gezgin, hayal dünyasının notalarından bambaşka acılar, hüzünler, hissedilmesi zor mutluluklar dinlenebilen.

Böyle birini daha tanıyorum; kalemi eline aldığında defteri uçan halısı.. Hiç tanımadığı insanların en mahrem konuşmalarını geceleri yalnızken duyar ve tek tek yazar mesela....


Böyle birini daha tanıyorum, ağzını açıp konuşmaya başladığında seni yargılamadan sana sorular sorup iç dünyanda keşfedilmemiş karalarını bulduran. Yalnızlığı hissettirirken verdiğin cevaplarla aslında bir pc oyununda keşfedilmemiş adanın üzerini senin bulutlarla kapattığını gösterip buyur eden.

Böyle birini daha tanıyorum, bir objeyi tasarlarken yüz ifadesinden sadece onun bildiği uzak bir diyarda acaba neler görüyor diye merak ettiğim...

Böyle birini daha tanıyorum, fırçayı eline aldığında sünger gibi içine çektiği tüm duygularla her darbede başka bir yaşanmışlık ya da yaşanmamışlık anında.

Böyle birini daha tanıyorum, yolcuğu beyninde neyin nasıl çalıştığını kavrayıp onları başka dünyalarda hayal edip yeniden yaşatan..

Böyle birini daha tanıyorum, o eldiven kullanmaz mesela... Una dokunur, baharatı koyarken önce burun deliklerinden içinde yolcuğa çıkarır; hissettirdiği hoşuna giderse koyar heybesine ve hazırlar sevdiklerine tadı içinde oynaşan lezzetleri...

Bu insanlar sizsiniz, benim ve tanımadığımız diğerleri yani anlayacağın aramızdan birileri. Onlar belki yerleşik hayatları yüzünden şikayet edenler tıpkı senin gibi. Bazıları farkında yolcuğunun bazısı değil.

Cervantes Don Kişot'u kaleme aldığında şövalye olmadı, Kafka Dönüşüm'ü yazdığında hamam böceği de olmadı. Onlar yerleşik hayatın meraklı gezginleriydi... Farkında olmadan tıpkı senin, tıpkı benim gibi...


Ps: Geçenlerde biri sana bir soru sordu "tarihçi misin?" cevabım "hayır meraklıyım" olmuştu. Tarihleri aklında ömrü boyunca tutamamış olan benim çıktığım yolculuk zamandaki insanlarla, hissettikleri belki düşündükleri ve bunu düşünme sebepleri ile...