DÜN; BUGÜN; YARIN….
İnsanlar, güneş doğup kadar yaşıyorlardı hayatı.
Derken, zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
Bir parçasına, “dün” dedi, diğer parçasına “bugün”, öteki parçasına da “yarın”.
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp
Ama işin ilginç tarafı, tüm telâş ve pişmanlıkları, güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.
Farkında olmadan rezil etti bugününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor;
Dün de, bugün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi.
Bir eliyle yarına, diğer eliyle yapıştı.
Bugünü eline yüzüne
Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki, yarının telâşını da,dünün pişmanlığını da,
Hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı.
Ne yarın, ne de dün!
HAYAT İLE ÖLÜM ARASINDA GEVEZELİK…
Mevsim yine değişti dostlar, hazan mevsimindeyiz , hüzün mevsiminde…
Mevsimler değişiyor, ama yüreğimiz pek değişmiyor ne yazık ki…
Katı, acımasız, incitici yürekler taşıyoruz, böyle yüreklerle yaşıyoruz.
Ezebildiğini ez, dövebildiğini döv mantığı hayata hâkim…
Keşke değişebilsek diyorum, bu acımasızlığı, bu “güçlü olmak haklı olmaktır” mantığını yenebilsek…
Farklılıklarımızı çatışma odağı değil de, zenginlik olarak algılayabilsek…
Belki o zaman fark ederdik, aramızdaki “fark”ların aslında “renkler”imiz olduğunu…
Farklarımızın, “Ne kadar fark, o kadar renk” anlamı içerdiğini…
Ve ruhumuzu zenginleştirdiğini…
Yazık ki ömrümüz, hayatla memat (ölüm) arasında gevezelikle geçiyor!