Adamın biri, her mehtaplı gecede alır başını deniz kıyısına gidermiş.
Dönüşünde sorarlarmış:
-Ne gördün?
-Dünya güzeli deniz kızları gördüm, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlardı, dermiş hep.
Bir gece yine tek başına deniz kıyısına vardığında, gerçekten dünya güzeli deniz kızları görmüş, altın saçlarını gümüş taraklarla tarıyorlarmış.
Döndüğünde yine sormuşlar:
-Ne gördün?
-Hiç demiş… hiç bir şey…
—————————————————————————————————
Evet…”Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yokmuş”…
—————————————————————————————————
Oscar Wilde’in yukarıdaki harika öyküsünü ilk okuduğumda ortaokuldaydım ve ne demek istediğini anlamamıştım.
Daha sonra unutmuşum.
Yıllar sonra rastladığım Haldun Taner’in bir sözü öyküyü hem hatırlattı hem de ne demek istediğini çok çarpıcı bir şekilde gösterdi.
Şöyleydi söz: “Bir hayalin gerçek olması kadar hayal kırıcı bir şey yoktur.”
Daha sonraları ise bu tema pek çok edebi eserde karşıma çıktı. Örneğin Simyacı’da..
Hatırlarsanız orada bütün yaşamı boyunca tek hayali para biriktirip Mekke’ye hacca gitmek olan bir dükkan sahibi vardı.
Adam; gerekli parayı fazlasıyla biriktirmiş olduğu halde bir türlü gitmiyordu.
Bu hayalin kendisini yaşama bağlayan çok önemli bağ olduğunu düşünüyor ve onun gerçekleşmesi halinde bu önemli bağı yitireceğinden korkuyordu.
Haklıydı aslında.
Düşünüyorum da…
Hepimizin böyle hayalleri var mutluluğumuzu bağladığımız, gerçekleşene kadar yaşamı sanki ertelediğimiz.
Acaba hiç düşünüyor muyuz; bu istediğimiz her neyse, gerçekleştiğinde iyi mi olacak?
Bir düşünürün hep aklımda tuttuğum bir sözü vardır:
“Bütün dualarımı kabul etmediği için Tanrı’ya şükrediyorum” diye.
Belki de daha az üzülmeliyiz gerçekleşmeyen hayallerimiz için.
Belki de aslında sevinmemiz, mutlu olmamız gereken bir şey için gözyaşları döküyoruzdur.
Belki de olaylara bir de bu açıdan bakmayı artık öğrenmeliyiz.