Hayat; bir kapıyı açmak için bir öncekini kapatmak ya da bir öncekini kapatırken mutlaka öbür kapının açılacağına inanmakla başlar… İnanmaktır hayat…
Çok farklı cümleler kurmayacağım yine… Yaşını başını almış her insanın söylediği gibi “Devir değişti artık Diyeceğim…
Dümenini kırdı devir… Yelkenleri fora edip götürdü kendini götürebildiği yere kadar…
Aslında fazla söze ne hacet? Devir de biziz, dümenini kıran da… Yelkenleri fora eden de, denizin ortasında kasırgaya tutulup yolunu kaybeden de…
Kürek mahkumlarından da farkımız kalmadı bir yerde. Beceremedik bir şeyi cezasını yine kendimiz çekiyoruz…
Eksik bir yanıız var sanki kendimizi rahatsız eden…
Merakımız vardı bunun nedenine fakat irdeledikçe kötü olacağımızı bildiğimiz
için bıraktık. Ve böylelikle sıradanlaş başladı bize karşı hayatın olumsuz yönleri… Olabilecek şeylerdi artık cinayetler… Hırsızlıklar… Kıskançlıklar… Bir de sanki elimizden hiçbir şey gelmezmiş gibi zaman değişti zaten diyip bir tarafa koymalar… Biz olan biteni masalmış gibi kabul edip bir tarafa koydukça o tarafın zaman gelip üzerimize çığ gibi yağacağını tahmin edemedik… Tahmin etmeyi geçtim, düşünmeye tenezzül bile etmedik…
Hangi gün vardık ki akşam olmadık dedik, sustuk… Ama olmadı işte dediğimiz gibi…
Ne biz eksikliğimizi fark edebildik ne de korkumuzdan hesap sorabildik kendimize…
Zarar görmekten korktuk bir nevi… da kusursuz olduğumuza o kadar kaptırmışız ki kendimizi her yönümüzü balçıkla sıvamaya başladık. Umut diye bir şey, bir duygu kalmadı sanki yaşamımızda. kurmayı da boş verdik şimdi…
Hayıflanarak çoğalttık sıradanlığı…
Anımsamıyorduk zaten umutları…
Uzaklara… Çok uzaklara göçmüştü artık kıymeti bilinmeyen hayaller…
Umutlar küsmüş gibi görünüyordu bu saatten sonra…
Bir karabasandan farksız üstümüze çökerken işte bu sıradanlıklar; elimizi uzatabileceğimiz bir tek kalmıştı etrafımızda…
Meğer ne kadar mecburmuşuz avuçlarımızı açıp Asuman'a yalvarmaya...
Kabullenelim… Değiştik… Ya da değiştirdiler bizi… Koy verdik kendimizi denizin dalgalarına… Yol kenarında gördüğümüz çiçekleri koparamaz olduk şimdi… Güvenle elini sıkacağımız kimse, hem de hiç kimse kalmadı etrafımızda…
“Fazla mal göz çıkarmaz” dedik. “Her şeyin fazlası zarar”ın mağlubu olduk…
İstedik… Sürekli istedik… Doğum yapacak bir annenin onu bunu istemesinden de öte… Markete giren bir bebeğinin her şeye sahip olabilme duygusundan da beter…
Ve kazandık… Yine kazandık… Bu gidişle de hep kazanacağız, bir yanımızı farkında olmadan kaybederken…
Dengede tutamıyorduk hiçbir şeyi… Şaşkınlığımız; ya birden kör olmamızdan ya da körken görebilmemizdendir…
Üçe böldük zamanı… Dün, bugün, yarın diye… Dün geçti artık dedik… Yarın düşünmeliyim bugünden başlayarak… Dünü unuttuk… Yarına karşı telaşlıydık ve bugünü yok saydık…
Dün bugündü oysa… Yarın da bugün olacak… Lakin böyle devam ederse bugün diye bir şey kalmayacak…
Körü körüne sevip saymaya ne kadar da hasret kalmışız…
Geçer dedik bunların hepsi… Bekledik. Hep bekledik… Sanki gelecekten randevu almışçasına bekledik… Beklediğimiz gibi olmadı ama… hayalini kurduğumuz yarınlar dünlerle bir oldu. Hep aynı masalı dinledik birbirimizden, defalarca sonunu getiremedik çünkü…
Baş başayız işte… Bunca zamandır deyimlerden, atasözlerinden aldık nasibimizi… Kalan umut kırıntılarını süpürdük amansızca… Yalnızız işte… Önceden göklerden inerdi bedenimizi besleyen gök yaşları.
Yarınlar dünlerle birleşmiş gibiydi… Ve biz yarınlar için dökeceğimiz gözyaşlarını hep dünler ardına bıraktık…
Ne kadar muhtaçmışız Gök kubbe’ye sığınıp ağlamaya…
İnandık evet… Ama hep yanlış şeylere inandık… Devirin değiştiğine mesela… Onun bir daha düzelemeyeceğine inandık… Çaresiz gördük kendimizi… Dünün arkamızda kaybolduğuna, yarının başımıza bela olacağına inandık… Hem de öyle bir inandık ki zehir zemberek etti hep içimizi… İrdelememeye karar verdik…
Meğer ne kadar mecburmuşuz avuçlarımızı açıp Asuman'a yalvarmaya...
Ne kadar muhtaçmışız Gök kubbe’ye sığınıp ağlamaya...
Körü körüne sevip saymaya ne kadar da hasret kalmışız...
Ve bizim için yeni bir kapı olmadı ki eskisini kapatalım !