Bende durduğun her an, tıpkı bir doğum sancısı gibi, hiç bitmeyecek bir acıyla kıvranırken bedenim, yüzüme o büyük tebessümleri yerleştirmek,zor geldi.
Bir kapıdan girdim, sadece kendimi gördüğüm büyük, ağır, derin bir kapıdan elim, kolum, yüreğim dolu girdim. Ne varsa oraya bıraktım, hafifledim, hem seni, hem kendimi sildim.
Döndükçe içinde o her yanı buz kesmiş duvarlı odanın, çürüyen ve artık kokmüş kalbini gördüm. İçi kurtlanmış, tıpkı çöpün aktığı bir apartman boşluğu gibi kokan, artık hiçbir işe yaramayan kalbini…
Geçmişin öcünü alma derdini çoktan bitirdim, şimdi sadece yüzünden parçalanarak düşen o maskeye Sen ağladıkça tüm hainliğinle, o timsah gözyaşların aktıkça, ben büyüyü bozuyorum, tüm niyetimi ömrüme akıtıyorum.
Ne kaldıysa artık…
Bir gün gelecek ve sen hiç dolduramadığın o kalbin kendini boğacaksın, biliyorum. Ben kendime gülüyorum, acıyorum, üzülüyorum ve geçip giden bir ömre bakıp, keşke annemin sözünü dinleseydim diyorum.
Sonra anneler ve sözlerinin bir zamanlar ne boş geldiğini hatırlıyorum, utanıyorum…
Bu oda ve etrafında dönen bu dünya, en kadar sahteymiş ve ben hayatımı neden senin gibi biri için harcamışım, onu anlamaya çalışıyorum Oysa ömür denilen bu hediyeyi gözüm gibi korumalıydım.
Ölüm var yahu, ölüm ve sonrası hiç, karanlık ve bir daha belki hiç göremeyeceğin bir hayatın damla damla tadını çıkarmak varken, ah gençliğim, ne büyük cehaletmişsin…
Şimdi sana bakıyorum, içimde hiçbir şey olmuyor. Ben geçen günlerin acısını çıkarma telaşındayım, bundan böyle sadece yaşıyorum ve en çok kendimi seviyorum…