Atatürk’ün alçakgönüllüğü hitabetteki ustalığı ve bu ustalığı en etkili şekilde kullanması dünya tarihinde çok az sayıda liderde görülebilecek gerçek bir beyefendilik özelliğidir.
Birinci İnönü Zaferi’nden sonra silah arkadaşı İsmet Paşa’ya yazdığı teşekkür mektubu bu özelliğini açık bir şekilde ortaya koymuştur;
“İnönü Muharebe Meydanı’nda Metris Tepe’de Batı Cephesi Komutanı ve Genelkurmay Başkanı General İsmet’e: Dünya tarihinde sizin İnönü Meydan Muharebeleri’nde üzerine aldığınız görev kadar ağır bir görev kabul etmiş komutanlar azdır.
Düşmanın çılgın istilası azim ve hamiyetinizin kayalarına başını çarparak paramparça oldu. Namınızı tarihin şeref sahifelerine kaydeden ve bütün milleti hakkınızda sonsuz minnet ve şükrana sevk eden büyük gaza ve zaferinizi tebrik ederken üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref meydanını seyrettirdiği kadar Milletimiz ve kendiniz için parlak yükselme ile dolu bir gelecek ufkuna da baktığını ve egemen olduğunu söylemek isterim.”
Atatürk’ün vurgulamakta ve yüceltmekte en hassas olduğu konu Yüce Türk Milletinin fedakarlığı cesareti ve özverisi olmuştur. Nitekim kazanılan eşsiz zaferin mimarı Mustafa Kemal bu zaferin Anadolu halkının eseri olduğunu her fırsatta dile getirmiştir:
“Düşünmediler ki Türklerin vatan sevgisiyle dolu olan göğüsleri kendilerinin mel’un ihtiraslarına karşı daima demirden bir duvar gibi yükselecektir. Nitekim milletimiz düşmanın hazırlıklarına karşılık için hiçbir fedakarlıktan çekinmedi. Ordumuzu takviye para insan silah hayvan araba velhasıl her ne lazımsa seve seve verdi. Avrupa’nın en mükemmel araçlarıyla donatılan Konstantin ordusundan Ordumuzun donatım itibariyle de geri kalmaması ve hatta ona üstün gelmesi gibi inanılmaz mucizeyi Anadolu halkının fedakarlığına borçluyuz.” 6
Atatürk aynı alçakgönüllüğü 30 Ağustos Zaferi’nden sonra da göstermiş; kazanılan bu büyük zaferin arkasında Türk Ordusunun komuta heyetinin ve Türk subaylarının bulunduğunu belirtmiş; bu büyük zaferi Türk Milletinin bir anıtı olarak gördüğünü ifade etmiştir. Türk Miletinin bir evladı olmak ve bu milletin ordusunda Başkumandan olarak hizmet etmek; eşsiz deha sahibi bu Büyük Kumandan için övünülecek tek özellikti:
“Her safhasıyla düşünülmüş hazırlanmış idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu muharebe; Türk Ordusunun Türk subaylarının ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tesbit eden çok büyük bir eserdir. Bu eser Türk Milletinin ölmez bir anıtıdır. Bu eseri meydana getiren bir milletin evladı bir ordunun başkomutanı olduğum için sonsuza dek mesut ve bahtiyarım.”
Burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta Atatürk’ün Türk Milletinin ve Türk Ordusunun bir bütün olarak işlenmesinden millet ve ordusu arasındaki bağ ve yardımlaşmadan bahsetmesidir. Bu bağ yalnızca Kurtuluş Savaşı’nda görülmemiş; Cumhuriyet sonrasındaki yıllarda da açıkça hissedilmiştir. Günümüzde de Türk halkının Kahraman Ordusu’na karşı gösterdiği hassasiyetin ve onun her Türk’ün kalbinde özel bir yeri bulunmasının sebebi; tarih boyu süregelen ve Atatürk’ün de sözlerinde altını çizmiş olduğu bu kopmaz bağdır.
Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından hükümdar diktatör halife ve benzeri sıfatlar alabilirdi. Fakat büyük adam olabilmek için onun parlak ünvanlara ihtiyacı yoktu. Zeminini hazırladığı ve ilkeleri doğrultusunda kurduğu Cumhuriyet’in başkanı olduktan sonra; çizdiği medeniyet yolunda yürümeye başladı. İsteseydi şüphesiz ki tahta çıkabilirdi. Fakat basireti buna mani oldu. Kibirsizdi; gösterişi sevmez öğünmesini bilmezdi. Hergün biraz daha filozoflaşmış halk arasında kıymeti artmıştır. 7
Bu büyük insanın sahip olduğu tevazu yakın çevresi ve diğer insanlarla birebir ilişkilerinde daha da net bir şekilde ortaya çıkıyordu. Cumhuriyet dönemi ressamlarından İbrahim Çallı’nın Atatürk’le yapmış olduğu sohbet bu tevazunun açık bir örneği olmuştur.
İbrahim Çallı’nın o gün yaşadıklarını Hasan Cemil Çanbel şöyle anlatıyor:
Çallı - “Büyük reisimiz beni huzurunuza kabul buyurdunuz. Ve beni konuşturdunuz siz ne büyüksünüz ki bizi dinliyorsunuz.”
Atatürk - “Ben sizi dinlerim sizin konuşmak ne kadar hakkınızsa benim de bu büyük millete söylemek kendimi ona dinletmek hakkımdır.”
Çallı - “ Size malik olmak bu güzel talih Türk Milletine nasib oldu.”
Atatürk - “ Aynı milletin çocuklarının beraber bulunarak birbirini tanımaları sevmeleri ve yüksek hislerle aynen tabi olmaları güzel bir şeydir. Eğer siz güzel sanatlar mensubu olarak bunu tesbit ederseniz bütün millete ve bütün insanlığa hizmet etmiş olursunuz.”
Çallı - “Büyük Reisi Cumhur...”
Atatürk - “Hayır ben bu akşam sizinle Cumhurbaşkanı olarak değil bir vatandaş olarak konuşuyorum. Bu memlekette ve her memlekette daima bir cumhurbaşkanı vardır. Ben sizinle şimdi konuşurken bir vatandaş sıfatını düşünüyorum.”
Çallı - “Siz bu milleti kurtardınız.”
Atatürk - “Bu bahsi burada bırak şimdi Gazi Mustafa Kemal yok sizinle eşit koşullar altında konuşabilirim.”
“Sözleriniz güzel ama bitti yalnız sen mi söyleyeceksin. Sanatçılar sanırlar ki yalnız kendileri heyecanlanırlar. Etraflarındaki insanların kendilerinden ziyade heyecanlandıklarını unuturlar.”
Çallı- “Büyük Paşam bir eserim var Fındıklı Sarayı’nda duruyor.”
Atatürk- “Fındıklı Sarayı neresi? Ben saraylardan hoşlanmam. Devlet Başkanı olmak mecburiyetindeİstanbul’a gittiğimde Dolmabahçe denen soğuk bir yerde oturuyorum. Ve ben orada rahatsız oturuyorum. Bir evde otursam daha rahat ederim.” 8
Atatürk yaşamının önemli bir bölümünü cephelerde mücadele etmekle geçirmiş bir ülkenin Kurtuluş Savaşı’na tek başına yön vermiş Türk Ordusunun başına geçmiş ve büyük bir zafere imza atmış eşsiz bir devlet adamıdır. Ancak kahramanlıklarla dolu bir geçmişe sahip olan bu insan; günlük yaşantısında gösterişten uzak sakin bir hayat sürmeyi tercih etmiştir. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sonrasındaki yaşamı onun bu özelliğini göstermektedir.
Atatürk Ankara’daki zamanlarını Marmara Köşkü’nde geçirir öğle yemeklerini orada yer sıradan bir vatandaş gibi çiftlikle meşgul olur bazen sohbet etmek için yakın arkadaşlarına uğrardı. İstanbul’dayken de motorla boğaz gezintisinden Anadolu sahilini takiben Ada’ya gitmekten hoşlanırdı. En büyük zevki halkın arasına karışarak onların eğlencesine iştirak etmekti. Herkes bilirdi ki Ata’nın en mutlu olduğu dakikalar halkıyla beraber olduğu anlardı.