Akşama kadar tek başıma dolaştım. Ne dünün gün geçtikçe rahatsız eden baskısını ne yarının belirsiz kaygısını duydum. Dal yeşermiş, kuş uçmuş, mavi en tatlı halindeymiş bana ne. Dedim ya öylesine…

Etrafta ne bir kaygı ne buna benzer bir şey. Herkes koşuyor, koşturuyor ama… elde bir şey yok gibi. Bir duygu eksikliği var her yüzde. Sevgi, saygı, dostluk, sorumluluk tek ifadede birleşmiş. Buyurun çözün. Amacım çözmek değil. İşte öylesine.

Bir yerlere gidip geliyoruz. Kalabalık, büyük binalara girip çıkıyoruz. Hergün yüzlerce insanla karşılaşıyoruz; ama birini görmüyoruz. Yarına aktardığımız, etrafa coşkuyla anlattığımız bir hikaye yok. Kayıp hanesi cilt cilt büyürken hiç aklımıza bile gelmiyor bunlar. Bakıyoruz ama öylesine…

Kalın kalın kitaplar geçiyor elimizden. Günlük hayatta gördüklerimizden daha canlı insanları göz ucuyla geçiyoruz. Hayatın şifrelerini anlatan cümlelere gönlümüz kapalı. Üç cümle kalmıyor aklımızda yine de okuyoruz. Anladınız işte.

Gün boyu çenemiz durmuyor. Konuşuyoruz, konuşuyoruz… Sahi arada bir kendimizi dinlesek ne olur. Beş on cümlenin içinde çırpınan sığlığımızı ve çaresizliğimizi duysak. İşte o zaman bütün karanlığı ve ağırlığıyla oturur içimize öylesine.

Birkaç cümle yazayım derken nasırlarımızı kanatmak istemezdim. Herkes bir bağırtının içinde kaybolup giderken ben de ayrı kalamazdım. E bunları niye yazdın diye sormayın. Siz de biliyorsunuz ki şimdi yaşamak öylesine…