Annemin, ” bir varmış bir yokmuş…” diye başlayan masallarında öğrendim çocukluğumu! Ve o masallarda anladım ilk defa sevmeyi…Sonra, hayat denilen uzun oyun acı sahnelerini oynamaya başladı, sevgi dolu yürekler için…
Sevdim! Yine de hep sevdim. Zamanın en büyük sevgileri bile yalanladığını oysa, çok geç kavradım. Bilinen eski bir tiyatronun en geniş sahnesinde, tahmin edilemeyecek acılarla savaştım. Bir sahne üzerinde kendi masalımı yaşarken, hep keşkelerden başladı yanlışlıklar. Oysa daha o zamandan savunuyordu kendini, süprüntülerle bir tutulmaktan kurtulmaya çalışan yüreğim!!

Kim ne derse desin, kendime göre haklıydım her zaman. Dedim ya -savunuyordum-. Yaşamaya çalıştığım şey benim doğrularımdı, onların konuştukları değil. Bunun içindi hep o öfke, bunun içindi hep o beyaz yalanlar…Ama engeller o kadar çoktu ki, her yerde yakalıyordu beni keder. Kaçmak istedim, kurtulamadım. Buna rağmen içimde yaşatmaya çalıştığım şey sadece o masallardaki sevgiydi.Tertemiz… Ve bunun farkında olan zaman, beni bir oraya bir buraya götürüyordu. Belki de sahnedeki insanlardı oyalayan, dışardan beni yönetmeye çalışan insanlar.Ama yaşadığım benim masalımdı.Dışımdakiler başrolde oynayamazdı!

Herşeyden sonra, olumsuzlukları kabullenmeyen, kabullenmek istemeyen umut yüzlü bir çocuktu beni ayakta tutan. Kapalı sandıkların birinde gizli. Yağtığım bir dolu hatayı kendime bile söylemeye çekindiğim anlar, içimde bana iyimser çözümleri bulan da oydu.
Adını ” DOST” koydum, kimse anlamadı! Anlamamalıydı belki de…Başından beri kendimizi öne atmaya çalışıyorduk ama yanılıyorduk, daha en başında…

Masalın sonunda bize sadece gözyaşları kalmıştı ve gökten düşen elmalar çoktan paylaşılmıştı…