Düşlerin Bedelini Yürek Öder
Çığlıklar düşünce gecemin yakasına, göğsümdeki bütün sevdalar uyanır
Kirpiklerime dokunur aşk, yüreğimdeki yorgunluk sevgiyle sarmalanır
Ruhumdan dökülünce sabırsız şiirler, yankım bekleyişlerle harmanlanır
Umutlar çekerken kör kuyulardan, yasaklı bir yürekte hüzün yudumlanır
Ne zaman suskuların gürültülü ormanlarında kaybolsam bir dost merhabasına kapılır gider yüreğim. Saatler hızla emer zamanın acı turunçlarını, vakit akşama vurur. Ne zaman resimlesen hayatı bir düşün yaman ağrısı çözer yaralarımı. Gün kızıla vurur ve bir özlemin avuçları yakar ellerimi. Ne zaman seni düşünsem, bir yangın aşar duvarlarımı, sorgularla tüketirim tüm yaşanmışlıklarımı. Ne zaman gözlerin düşse, sarsılırım kuru yapraklar gibi, özlerim çocuklar gibi.
Eski bir şehri izlerken savrulur saçlarım. Sebebim olursun, kuşlar geçer üzerimden çığlıklarla. Göğsümdeki güneş gibi ta içime vurursun, düşlerimde bir denizin türküsünü dilden dile söylerken gün yalnızlığa oturur. Gül kokunsa, gülüşün karışsın tohumuna. Özlem bekleyişse kolların dolansın bedenime. Sar sevdanla, kolla beni vefanla, çağır beni yüreğinin asırlardır akan kutsal kollarına.
Bir duman daha savurarak yokluğuna kalkıp gideceğim buralardan. Az sonra ne kuşların sesi, ne genzimi yakan geceden kalma izlerin keskin kokusu yoracak beni. Birazdan sesini beklediğim bu ayyaş kayalıklardan da gideceğim yar. Koca bir günün kalabalığına karışacak, yalnız adımlarımı sürükleyeceğim inime. Yüreğime çektiğim hüzünlerin oksijeniyle yaşama vuracağım kendimi. Sessizliğimizin kendimize sarıldığı bu şehirde her şeye sünger çekerek ‘merhaba gerçeğim’ diyeceğim.
Her gül günü gelince yaprağını terk eder. Her çiçek gecenin suyunu emerek güne gülümser. Sevda boylarında gül eker toprağa asırlardır sevgililer ve gün gelir kavuşmayı sorgular. Şimdi, mevsim yaz, aylardan haziran. Terli bir düş gibi yapış yapış bedenimdeki fanilam. Her özlem kavuşmanın isyanıdır. Her sorgu yanık bir sevda kozasıdır. Savrul rüzgâr, yak güneş, içimdeki yangına en iyi merhem asi gözlerindeki hoşça kalın hazin tortusudur.
Zirveler umduğumuz dağ düşünüşlerimizle kıyılarında oyalandığımız bir kayboluşun sahnesidir hayat. Her devrilişin çürük tutuşlarıyla yaralı bereli gemiler geçer özlemin tek fenerli limanlarından. Her dalgayı taşıran rüzgârdır kayalara ve hüzünler taşıdığımız gönül saklılarımızda sevda koyu bir düşünüş kümesidir, bulutlar yağmuru taşır, özlem gözyaşını. Dalga kıyıya vurgun bir ürpertidir, bunun için bırakır derinlere tuzunu.
Sana bir başka dünyanın en değerli varlıklarını biriktirdim. Hiç bilmediğin soylu güzelliklere sarılman için. Sana bir başka dünya buldum, senden önce var olan bütün varsıl değerlerle kutsallığını kıyaslaman için. Sana daha güçlü ve daha çok seven bir yürek oldum, geriye dönüp baktığında üzülmemen için. Sana ben onlarca dünya kurdum kadınım, içinde yaşanası mutlulukların bir an bile sorgulanmayacağı.
Aklımın yüzüne aslım yansıyınca durulur sularım. Bir savaş arabasıyla yeşil baharlar ararım. Göğsümdeki erteli depremler, yüreğimdeki geçilememiş mevsimlerle bir düşünüşün yıkık evlerinde seni beklerim. Paslanmış zamanların tekeri çevrilir sevdaya, ruhumun karabasan düşlerine hayat derim. Oysa hayattır gözlerine hüznün milini çeken, gönlümü sevda uğruna delirten, anlamazdan gelirim. Kıyılır içimde bir gerçek, görmez gözlerim, şükürler ederim.
Yaşanılan bütün anların haz sularından bir deniz yaratılır. Her günün sancısı ve sevinci ayrıdır, kimi kırışık bir gülümseme, kimi damlanın yanaktan kaydığı bir hüzün parkıdır. Gecelerin teri soğuttuğu anlarda düşüncelerin efkârını götürür rüzgâr uzaklara. Özlenen kimi yardır, kimi de uzaktaki yapayalnızlığı seçmiş çoban yıldızıdır. İç çektikçe bir yıldız kayar bunun için karanlıkta, kayan sevginin gözyaşıdır, bunun için asırlardır durmaz yerinde.
Gülüşlerinin kapsüllerini patlatan kavuşmalardan arta kalan zamanın değişimleriyle adımlardın yolları, güneşi sırtına alarak. Kırık günlerin odalarından çıkarak atardın en deli kahkahalarını. Gecenin yarısına karışırdın ardından, yinelenmiş sarılışlarla kollarını doladığın gerçeğine dönerdi yüzün, tükenmiş bir pastil olurdu sözün. Savrulurdu gecenin yatağına özün, sokulurdu o an mevsimlerime en kıyım hüzün.
Gecenin sol göğsüne yaslanarak bir yıldız aşırdım gökten. Okşanası saçlarına iliştirmek için. Sevdanın devriyelerine verdim gönlümü, yüreğindeki vefayı gizlemek için. Avuçlarındaki alevin harlı ateşleriyle en karanlık denizleri geçtim, yanaklarındaki sevgi incilerini aşk olarak seçtim, göğsünün çöllerinde kendimi kaybettim. Şarapların en güzeliydin sen, sevdaların en özeli ve ben bu kocaman kürede seni düşleyerek uykuların en masumunu seçtim.
Aklımı tarumar ettikçe yokluğun bir suyolunda açarım öfkelerimin çıkınını. Başka âlemlerin kızgın süngülerini bağrıma saplar, güneşsiz bir göğün altında yağmurlarını beklerim. Susar saatler, donar göller ve kırılır tüm anılar. Dalgın bir adam olurum, kendi sularımda boğulurum, işte böylesi anlarda yangınlı yüreğimin karmakarışık dağlarında sensizliğin şarkılarıyla avunurum.
Selahattin Yetgin