Yazmaya sonbahar da başlamıştım. Aradan tam koca dört yıl geçmiş. Ağaçlar çiçek açıp solmuş,mevsimler yine beni sonbahara götürmüş. Dört koca mevsim geçip gitmiş ömrümden.Ve ben hala kelimelerin başında bir dünya kurmaya çalışıyorum. Bu dört yılda kaç kere ağladığımı kaç kere güldüğümü hatırlamıyorum. Yazıya oturmak, cümleler oluşturmak, kitaplar okumak yetmiyor bana artık ve bunun farkındayım.Bazen bir şeylerin farkında olmak yetersiz kalıyor. Nelerin farkında olup da öylece oturduk, bekledik?
Sarmaşık ağacı gibi hissediyorum bazen, kendimi. Herkese sarılıyorum da bir kendime sarılacak cesaretim kayıp. Ne zaman kaybettiğimi ise unutalı çok olmuş gibi bir his içimin hücrelerinde dönüp dolaşıyor. Kapısı kayıp ev gibiyim, bu sıralar.
Pencerelerime yağmurlar yağıyor. Oysaki en kalabalık yer kendi içimdi ama içimden geçenlere bir cümle dahi bulamıyorum.
Bende sadece bildiğim şarkıları mırıldanıyorum, sessizce. Sessizliği o kadar çok sevmeme
rağmen artık sessizlik de midemi bulandırıyor. Sokaklarda öylece boş, umarsızca dolaşıyorum. Ne top oynayan, nede ip atlayan çocuklar var, sokaklarda. İşte bu içimi acıtıyor. Oysa biz sokaklarda ki gerçek hayat oyunlarıyla büyümüştük.
Git gide etrafımızı dikenli teller sarıyor ve içimize içimize batıyor dikenleri. Şimdi ben hayatı, küçük bir kızın elinde ki kırmızı bir balonda ki mutluluklara astım.
Soruyorlar bana "nasılsın”diye. Sadece”İyiyim”diyebiliyorum.Oysaki Evvel zaman içinde bir Elif'in düşlerinde kaybolup, Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmayı bekliyorum "sessizce" diyemiyorum.Sonbahar da sıkıca ağaca tutunan sarı bir yaprağım. Cılız bir esintinin darbelerine dayanmaya çalışıyorum. Ha düştüm ha düşeceğim gibi öyle eğrilti duruyorum, diyemiyorum. Artık mutlu insan yüzleri görmeyi özledim cümlesi birden bire nasılsa çıkıveriyor dudaklarımdan.
Kara kalemle yazdığım cümlelerimi arıyorum. Oysaki tükenmez kalemle üstlerini çizen benim ellerim değil miydi?Yine aynı yüreğimle yazmıştım ama yine aynı yüreğimle acımadan üstlerine siyah bantlar çeken ellerim kırık dökük.
Dışım güllük gülistanlık bir nar ağacı, içim narın tanelerinde ki kızıllık. Kızıllığı sadece dudaklarımda severken İçime oturtuyorum.Neden mi?Belki de cümlelerimle uyumlu olsun diye.
Konuşurken kendini iyi hissettiğin insanı sakın bırakma diyor birileri. Ben hiç bırakmadım ama hep gittiler ve ne yazık gitmeleri gerekiyordu. Şimdi ise kendi kendime konuşuyorum, konuştuğum cümlelerin farkında bile değilim.
İçimde biriken cümlelerin çokluğunu ise daha şimdi anlıyorum. Nereden mi? Baksana neler yazmışım...
Boş ver sen bana şimdi; Bir neskafe yap kendine ve otur camın kenarına yağmuru izle, ne güzel yağıyor değil mi?Mis gibi de toprak kokuyor.
Nazım Hikmet'in kısa şiiriyle yazımı bitirmek istiyorum.Herkesin kalbinde ki denize selam olsun.
Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!