Nasıl bilmem o duyguyu... Kendiminkiler yetmezmiş gibi, geçmiş ve gelip geçecek bütün insanların aşklarını ve ölümlerini taşımaktan bitkin, gidip yatsam, gidip yatsam... Ölmesem belki, ama ölmüş gibi yapsam. Bir çarşaf örtseler üzerime, hayır başımın üzerine çekseler, yalnızca çeneme kadar, kolumda bir serum; yemek yemesem... Kimse bana birşey sormasa, ben hiçbir şey söylemesem... Derin bir sessizlik olsa, yalnızca pencerelerde tül perdeler belli belirsiz uçuşsa... Gözlerimi açmasam, günle gecenin yer değiştirdiğini gözkapaklarımın hafifçe gölgelenip aydınlamasından, gölgelenip aydınlanmasından bilsem... Ne uyusam, ne de uyanık olsam; düşlerle düşünceler karmakarışık akıp gitse, zaman yitse!
Kabul ediniz ki biz kendimizi nehirlere atabilecek kadınlardan değiliz. Bunca zamandır bunca nehirlere o gözle bakmış olsak da, bu konuda hayli müşkülperentiz. Thames Nehri'nden, Ren'de ya da Sen'de ölmeyi seçmişse bir insan - Kızılırmak ya da Yeşilırmak, Dicle veya Fırat da olabilir, neden olmasın - boğulabilmek de bir beceridir; atlanacak yer iyi seçilmelidir. Yıllar yılı nehir kenarlarında sürüp giden tren yolculukları boyunca böyle noktaları peylediğinizi söylüyorsunuz. Ama en olmadık anda, atlanacak yerleri başka su kenarlarıyla karıştırıveriyorsunuz