insan kaç kez döner başladığı yere. bir çemberde yaşamak gibi zaman bugünlerde. dönüp duruyorum. durduğum yer hep gece yarısını beş geçe.

yazdığın cümleleri bazen dönüp okuduğumda ne demek istemişsin diyorum. neden bir çember. neden gece yarısı. neden beş geçe... neyi anlatmak istiyorsun kendine.


kendi halini resmedecek bir fotoğraf ararken fark ediyorum. sen pencere kenarından oturup geçen zamana bakıyorsun. 'geçmişin ırmaklarında hırpalanan yüreğime bu yağmur da ne' evet, kafandaki derin sessizliğin ve belirsizliğin içinde dolanan tilki kuyruklu cümle bu. oysa karşına çıkan geçmişin bir adı var: kendini tekrar eden anafor.

bırak öyle olsun. kendini tekrar etsin hayat. ders çıkartmayı bilmeyen aklının yüreğe hükmü yok bu sefer. daha önce yıkandın sen bu acılarda. unutma! üzülmek yürekle ilgili, değdirme yüreğine ellerini. onun kirli ellerini, sadece tenine değdi diye kutsayacak değilsin ya!canına değmediği sürece, canı canın değildir. bırak, elleri boşluğunda dolansın dursun şimdi. sen! gece yarısını beş geçe çalan telefondaki sese seslen, ona meydan oku: cesaretin varsa, sabahıma gülümseyen bir günaydın olsana... de. bak o zaman göreceksin pençe gibi ellerini nasıl da götürecek korku ile yüzüne. nasıl da pusu kurmuş bir öfke binecek sesine. uzağında durman için hepsi. hepsi lâyık olmayanın uzağında durmak için. gece yarısını beş geçe kolaydır sevişmek. zor olan sabah uyanınca öpmektir. sen hep zor olanı sevdin, kendine bunun için küsme. hem hatırlasana ne demiş Mevlana:



Üzülme!

İstediğin bir şey olmuyorsa,

Ya daha iyisi olacağı için,

Ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur