Haklıydınız hem de olabildiğince haklı. Ne kadar kızmış olsam da size zamanında ne de olsa tanımaktaydınız bendeki beni.

Bendeki ben; tıpkı dalın yeşili gibi da gökyüzünde salına salına gezen o kar beyazı bulut misali.

Göremediğim gerçek yanım ama gördüğümü farz ettiğim ya da görmek istediğim.

Oysa siz çoktan görmüştünüz kabul etmekte zorlandığım ne varsa.

Evet, , farklılığımı her ne kadar görmezden gelip yadsımış olsam da eninde sonunda yüzleşiyorum. var ve bir o kadar eksilerim. Ne beklentilerini karşılayabilmekteyim bana güvenenlerin ne de beklentilerime karşılık bulabiliyorum.

Beyaz beyazdır ya da siyah siyah. Ya pembe: Hep görmek istediğim ama aslen gri olan.

Evet, nasıl görmek istiyorsam öyle görüyorum çoğu şeyi ya da insanı. Kafamdaki imgeler sık sık haykırıyor: Hadi bizi yerleşdiye.

mı söyleyin mümkünatı var mı değişmenin, değişebilmenin?

Ya da mümkün mü biçimlendirmek ya da biçimlendirilebilmek.

Alçıdan yapılmış değil ki insan ruhu ve kalbi; mümkün mü istediğiniz şekli verebilmek ya da zihinlerdeki tabloya uymak.

Ne biçimlendirmek olası ne de istenen vasıflara haiz olmak.

Kabul, sevgili dostum; sizin seneler evvel görmüş olduklarınızı hep reddettim. Ve bir o kadar da kızdım size her ne kadar bunu dile getirememiş olsam da. Oysa siz benim aynammışsınız bakmaya korkup, kaçtığım. Ne zaman aynaya baksam hep başka bir ben görme ihtimaline karşılık kaçırdım gözlerimi aksimden.

Ne vardı ki inkâr edecek, ne vardı ki suçlayacak ya da suçlanacak.

Neye yaradı ümitlerim, söyleyin?

Neye yaradı bitmek bilmez çırpınışlarım ve ne geçti elime?

Koca bir ömrü heba ettim peşinde koştuklarımın uğruna. Oysa ne hayallerle düşmüştüm yola ve neler beklemiştim hayattan ve yoldaş bildiklerimden.

Ve görüyorum ki; herkes kaderini yaşarmış. Bunu nasıl görmezden gelebildim ki?

Evet, binlerce kez evet; iflah olmaz bir hayalperestim ben: Değişime direnen ve buna rağmen değişmek ve değiştirmek isteğiyle çabalayan. Çabalamak değil aslında tamamen yalpalamak.

Ne suçluyum ne de suçluyorum payı olanları. Ama gerçek olan bir şey var ki; beklentilerim hep yüksek oldu benim. Mesela, siz: Zihnimde yarattığım o portre ve gerçek yüzünüz.

Tabii ya; doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Haklıydınız ama önceleri suçladımdı sizi beni incittiğiniz için. Ama ne var ki; dile gelenler tamamen gerçekti. Ne hata payı vardı ne de yalan: A'dan z'ye her şey bire bir yansıtmaktaydı gerçekleri: Kabul etmekte zorlandığım ve yadsıdığım ne varsa hem de...

Kifayetsizlikler: Kim kimi suçlayabilir ki yetersizlikleri için ya da mecbur bırakabilir?

Lakin ben hep mecbur kıldım kendimi değişmek adına. Evet, tek değişmeyen değişimin kendisi ama uyamadım gidişata.

Ne suç ne de ayıp ama zor bazı taşları yerinden oynatmak. Ancak ve ancak büyük yıkımlar ya da büyük sarsıntılar ile idrak etmek mümkün ama gelin görün ki; bu da inanılmaz yıpratıyor insanı: İyi bilirim.

Kolay olan ne varsa ya da zor ve imkânsızlıklar. Olmadı mı olmuyor işte:

Ve addedilen:"Uyumsuz" ya da ‘'istikrarsız" ve sonuç: ‘'Hüsran."

Yeri geldi mi neşe yeri geldi mi hüzün. Üstelik bu bir seçim değil ki. Olsa olsa hayatın bir sunumu. Kim ister ki hüznü yaşamak ya da olası mı kabullenmek ama ya mecbur kılınırsanız.

Bu denli karmaşanın yaşandığı ve adı düzen olan bu düzenekte ne ölçüde mutlu olabilirsiniz?

Anlık mutlulukları haricinde tutuyorum. Ama süre gelen bir mutluluk pek de olası değil. En azından benim açımdan. Zira ne oynarım ne de oynadım.

‘'Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol."

İşte Mevlana'nın feyiz aldığım bu öngörüsü... Sonuç mu: Ne siz sorun ne de ben söyleyeyim...

Hüzünle mutlu olanlar ya da mutlu olduğunu iddia eden kim varsa: Duygular yaşanmak içindir ne kaynaktır ne de harç başkalarının yaşantısına. Sadece bir uzantı olabilir ya da destek ya da paylaşım diğerlerinin hayatında.

Anlaşılmak gibi bir niyetim de kalmadı artık. Zira oldukça zorladım sınırları ve elimden geleni de yaptım. Hele ki siz bu denli acı vermişken yaşanmışlıklara ilave olarak kimden ne bekleyebilirim ki, Yaradan'ın haricinde. Yeri geldi mi maneviyat bile bir meta olarak kullanıldıktan sonra bunu ifade etmekte iken bile zorlanır oldum.

Doğrular ve yanlışlar... Kim neye ne ölçüde vakıf olabilir ki ya da destek ve sonuç itibariyle ne varsa savunulan hep hicap duymakta insan...

Bilinenin çok ötesinde ve anlaşılma ihtimali olmayan bir benlik ve sayısız öngörü zihinlerde şekillenen.

Evet, şu kifayetsizlikler her birimizin muzdarip olduğu: Zihinlerdeki o yerleşik düzen ve şema. Varsın uymamayım zira yeteri kadar uğraş verdim ve yeteri kadar

Seçimler, seçilenler, mecbur bırakıldığımız ve imkânsızlıklar...

Sevgili dostum her ne kadar yakınımda ve bir o kadar da uzağımda olsanız da kalben çok şey paylaşmıştım sizinle. Sonuç ise gördüğüm zarar hem de yıllarca olan hukukumuza rağmen. Ne kurallar ne öngörüler ne doğru bildiğimiz yanlışlar hatta ve hatta yanlış addedilen doğrular.

Artık neyin doğru ya da neyin yanlış olduğu karışmış iken zihinlerde beklentilerimi de gömdüm çok derinlere. Anlayacağınız umutlar başka bahara kaldı. Ki o bahar gelir mi gelmez mi onu da bilmemekteyim.

en güzeli suyun akışına bırakmak kendini ve olacakları zira zorlamakla olmuyor ve değişmiyor gidişat. Tıpkı sizi zihnimde yerleştirdiğim o taht gibi. Evet, siz gönlümün sultanıydınız her ne kadar siz beni bir köle gibi görseniz de. Ve ne yazık ki iş işten geçtikten sonra anladım bunu.

Yargılamak ve yargılanmak: Kim böylesi bir mesuliyet taşıyabilir ki? Ama ne yazık ki çoğu insan çoğu şeye vakıf olduğunu kabullenip çok şeyi kabullenmiyor ve kolaylıkla ahkâm kesebiliyor pek çok konuda.

Onlardan biriydim belki ama artık değilim. Zira yaşadığımız bu zor sınavda sayısız aşamadan geçiyoruz: Pek çok kazanım elde ederken kayıplarımız da inanılmayacak kadar çok. Dikenli bir yol her ne kadar [COLOR=#009900 !important]son[/COLOR] zamana kadar hep pembe güllerle dolu bir bahçe gibi görmüş olsam da.

Her birimiz nadide bir gül gibiyiz aslında: Acısıyla tatlısıyla, iyi ve kötü vasıflarla donanmış. Dikenlerimiz bizim korunağımız. Kiminde çok kiminde az...

Ve sığındığımız limanlar...

Şiddetinden kaçındığımız sert rüzgârlar...

Sürüklendiğimiz ama görmezden geldiğimiz akıntı...

Yıkıcı depremler...

Ve yeniden ayağa , adımladığımız yol: Öncesinde yavaş ve temkinli...