Aile yemeklerinin yeri pek çoğumuzun kalbinde ayrıdır. Heyecanla kurulan sofralarda neşe ile yenilen yemekler, yıllar sonra hafızalarımızda güzel anılar bırakır. Eğer siz de sofralara değer veriyorsanız, bu haberi çok seveceksiniz. Sizin için sofrayı ve kitapları buluşturduk ve edebiyatın en iyi sofralarını derledik.
Marcel Proust’un yazdığı 3000 sayfalık dev romanı "Kayıp Zamanın İzinde", harika bir bellek araştırması kitabıydı. Birinci ciltte yer alan madeleine bisküvisi romanın en etkileyici kısmıydı. Anlatıcı, çayına biraz madeleine attığında ***ifli bir an yaşarıyor ve geçmiş zamanı ancak bu bisküvinin sağladığı bir çağrışımla anımsıyordu
Vizyon geliştirici bir roman olan "Yolda", Jack Kerouac’ın en çarpıcı kitapları arasında yer alıyor. Roman genellikle uyuşturucu ve bitmeyen yolculuklar hakkındaki muazzam betimlemeleriyle bilinir. Fakat bu roman aynı zamanda yemek hakkında da zengin bir içeriğe sahiptir. İşte romandan çarpıcı bir cümle: “Bir elmalı pie ve dondurma daha yedim. Aslında bu tüm yol boyunca yediğim tek şeydi. Besleyici olduğunu biliyordum.”
Charles Dickens'in şahane kitabı "Oliver", kahvaltıda yulaf lapası yemek zorundadır. Çünkü “açlık ve sefaletten dolayı çaresiz”dir. Fakat bu kahvaltı onun yükünü ve yorgunluğunu hafifletmeye yetmez.
Pulitzer Ödüllü harika bir roman olan "Bülbülü Öldürmek", Harper Lee’nin en iyi romanları arasında yer alıyor. Güney’deki ırk ayrımcılığına odaklanan kitapta, siyahi Tom Robbinson beyaz bir kadına tecavüz etmekten ötürü haksız yere suçlanıyor ve anlatıcının babası Atticus Finch onu savunmaya karar vererek romanın içinde sürüklenmemize neden oluyor. Kasabadaki tüm siyahiler Atticus’a teşekkür etmek için ona bir minnet yemeği sunuyor.
Herman Melville’in unutulmaz romanı "Moby-Dick"in 15'inci bölümünde kahramanlar soluklanıp yemek aramaya karar verirler. Tr Pots ismindeki bir handa şiddetlenen açlıklarını kaynar bir çorba ile bastırmaya çalışırlar.
Çocukluğumuzda severek izlediğimiz "Heidi"yi hatırlıyorsunuz değil mi? Johanna Spyri’nin 1880 yılında yazmaya başladığı ve anne babasını kaybettikten sonra büyükbabası ile yaşayan küçük bir kızın hikayesini anlattığı Heidi, hem ölümsüz dostluğu hem de harika yemekleri anlatıyor. Özellikle Spyri’nin ateşte eriyen Raclette peynirini anlatışı, tüm okurları eminiz ki Alp'lerde bir gezintiye ikna edebilir.
Stieg Larsson'ın romanı "Millennium" şiddet öğeleriyle olduğu kadar yemekleriyle de ünlü bir kitap. Özellikle sandviç ve sonu gelmez kahveleriyle okuyucunun damağında enfes bir tat bırakıyor. Romandan bir cümle: “Sonra kendine açık sandviç ve kahveden oluşan bir kahvaltı hazırladı. Bahçeye oturdu ve Pastor Falk ile olan konuşmasının notlarını temize çekti.”
JD Salinger’ın 1951 yılında yazdığı romanı "Çavdar Tarlasında Çocuklar" etkileyici bir anlatıma sahip. Fotoğraf, o etkileyici sahneyi şu şekilde anlatıyor: "Kötü geçmiş bir randevudan sonra Holden Caulfield kendine peynirli bir sandviç ve sıcak bir süt ısmarlar."
Sylvia Plath’ın tek romanı olan "Sırça Fanus", yemek alanında en başarılı kitaplardan biri. Çünkü romanın baş kahramanı Esther Greenwood için avokadolar toplumun biçtiği modele karşı dimdik duruşunu temsil ediyor. Kahramanın sürekli avokado yemesi, sadece isyankar bir tavır değil, aynı zamanda yemeklerin geçmiş hayatımızdaki hatıralarımızı uyandırmasında güçlü bir etken. Çünkü, romanda Esther avokadoyu büyükbabası ile ilişkilendiriyor.
Lewis Carroll’un sevilen romanı "Alice Harikalar Diyarı" yemek konusunda eğlenceli bir kitap. Romanın en etkileyici sahnelerinden bir tanesi, Alice'in March Hare ve Mad Hatter ile karşılaşması ve karşı çıkışlarına rağmen onların çay saatlerine katılması. Hatter, Queen of Hearts tarafından “zamanı öldürdüğü” için suçlanıp cezalandırılmıştır. Zaman saat 6.00’ya sabitlenmiş ve March Hare ve Mad Hatter çay saatinde yaşamaya mahkum olmuşlardır.