MÜKEMMEL OLMAK (MI) AMA NEDEN?


Hep mükemmel olmayı istemek, yaşamımız boyunca mükemmel olmaya çalışmak, şartlarımızı ve ondan da önemlisi kendimizi ve zaman zaman da sevdiklerimizi buna zorlamak. Hatta sadece bunun için yaşamak, kendimizi yiyip bitirmek. Ne yapmış olursak olalım memnuniyetsizliğimizi hep ön planda tutmak. Kendimizi ve yaptıklarımızı asla beğenmemek.

Peki ama ne için?
Kimin için?
Neden?
Nereye kadar?

Elbette hedef koymamız, elbette ona ulaşmak için çabalamamız, hayaller kurmamız güzeldir ama her şeyin mutlaka dört dörtlük olmasını bekleme dürtüsü zaman içinde insanı yorar. Farkında olmadan belirlediğimiz ve büyük ölçüde toplumsal beklentiler doğrultusunda çizilen sınırlar hep karşımızdadır çünkü ve bizler o sınırlara ulaşmak için, elde edeceğimizin maksimum değerlerine sahip olabilmek adına didinir dururuz. Yaşamın temel kaynağı olan mutluluğu hiçe sayıp mükemmeliyetçiliğin peşi sıra koşarız ve maalesef o uzun ve yorucu yolda mutluluğu hep es geçer, erteleriz. Bununla beraber tam mükemmele ulaştığımıza kanaat getirdiğimizde ise hayat bizi o kadar yormuştur ki hiçbir şeyin tadına varacak şevki ve isteği yakalayamayız doğru dürüst. Sonunda koskocaman bir ömür nasıl geçtiğini anlayamadan harcanıp gitmiştir işte.

Düşünsenize hepimiz mükemmel olmak için uğraşmıyor muyuz? Mükemmel anne baba, mükemmel ev kadını, mükemmel iş kadını, mükemmel çocuk, mükemmel eş, mükemmel öğrenci, mükemmel iş adamı,… Çünkü bu itici kuvvet bize daha çocuk yaşlardayken aşılanmaya başlıyor. Bizlerden mükemmel bir çocuk olmamız bekleniyor ilk başlarda. Bunun kıstasları da az yaramazlık yapmakla, sessiz olmakla ölçülüyor. Söz dinleyen, itaat eden, tepki göstermeyen çocuklar mükemmel ve uyumlu çocuk olarak algılanıyor maalesef, ne kadar yanlış olsa da.

Öğrenci olduğumuzda is bizden mükemmel bir eğitim hayatı bekleniyor. Yüksek notlar, takdirler, teşekkürlerle sırtımız sıvazlanıyor. Bu arada sosyal yanımız hiç sorgulanmıyor. Çekingenliğimiz, insan içine çıkarken ki zorlanışımız hiç görülmüyor. Tam tersine efendi genç deniyor. Büyüyünce sınırlar ve mükemmellik adına beklentiler daha belirleyici ve zorlayıcı oluyor. Tabii bu arada kişinin mutluluğu hep göz ardı ediliyor. Her türlü amaç mükemmel olmaya odaklanıyor.


Ama mükemmel olmak yerine önce kendimizi sonra da çevremizdekileri mutlu edecek bir tavır sergilemek, yapılan her görevde mükemmeli aramak yerine işi biraz da oluruna bırakmak, hayatı fazla ciddiye almamak en güzeli değil mi? Sakın yanlış anlaşılmasın bu sözlerim, tamamen kaderci olmaktan söz etmiyorum. Benim paylaşmak istediğim sınırları biraz rahat bırakmak; içinde kendimizi hapsedeceğimiz yerde daha esnek hareket edebilmek.

Genelde çok hırslı insanlar her şart ve koşulda mükemmel ve en iyi olmaları gerektiğini kendilerine ilke ediniyorlar. Ve sınırlarını kendileri bile fark etmeden keskin çizgilerle belirleyip, esneklik şanslarını yok ediyorlar. Peki ama ne için? Mükemmel olunca mutlu olacaksınız, her şeyiniz dört dörtlük olacak diye mi? Yok böyle bir şey. Eğer mutluluğunuzu sadece buna odaklarsanız vay halinize. O zaman ömür boyu yakalayamazsınız haberiniz olsun.

Oysa ki tüm sıfatlar bir yana adam gibi adam olmaktır mükemmel insan olmak. Sadece bir yanıyla değil, sevgisiyle, saygısıyla, sosyal yanıyla, yaşama bakışı, hayata tutunuşu ile paylaşımı ile insan olmaktır önemli olan.


Bu nedenle çocuklarımızdan beklentilerimizi belirlerken buna dikkat edelim diyorum ben. Onlardan mükemmel notlar, mükemmel davranışlar elbette bekleyelim ama önce sevgiyi, arkadaşlığı, paylaşmayı, saygıyı ve insanlığı aşılayalım. Zaten bu güzel meziyetlere sahip çocuklardan başarısızlık beklenemez, öyle değil mi? Doğal haliyle her şey kendiliğinden gelişir. Ama önce insanlık, önce sevgi ve saygı. Adam gibi adam olmanın değişmez kuralı budur bence.

Evet mükemmelim, çünkü kendimi seviyorum, çünkü hayatı seviyorum bu nedenle mutluyum diyebilmek işin püf noktası. Çözebilenlere ne mutlu. Çözüp de uygulayanlara, hayatlarının kaskatı kurallarla çevrilmesine izin vermeden yaşayanlara; mükemmelliği, sevgi ve saygının o en güzel dokunuşları ile harmanlayanlara kocaman alkışlar. Sizce de hak etmiyorlar mı?