Saklandığın yerlerden vuruyor hep zaman.

Sustuğun yerlerden acıtıyor en çok canını.

En büyük yalanı kendine söylüyor da yüreğin, zamanı kandıramıyorsun işte.

Kaçış yok.

Geldiğinde kapatamıyorsun kapını...

Oysa sen de biliyorsun herkes kadar yalnızlığın.

Ne eksik diğerlerinden, ne daha fazla.

Sen sadece öznesi yapmışsın cümlelerinin.

Yetinmemiş küçük harflere sığdırmaya çalışmışsın.

Bilinmeyen bir dilden geliyor ya hani bazen kendine bile sesin.

Bundandır ağırlığı...

Başı sonu belli olmayan yolculuklarda geçiyor ömrün.

Öyle çok dalıp gidiyorsun ki bazen, kendi izini kaybediyorsun kendi içinde.

Geçmişte kaldığın yerlerde mi aramalı seni, geleceğe varmalarda mı beklemeli bilinmez.

Aralarda bir yerlerde sıkışıp kalmışlığın.

Yüreğin sanmaktan yorgun, aklın hep varamadığın yerlerde takılı.

Oysa sen de biliyorsun herkes kadar üşümen.

Ne daha az diğerlerinden, ne daha çok.

Sen sadece gecelere kurmuşsun düşlerini, yastık altında sakladığın.

Gündüzleri gerçeklerin zamanında yaşıyorsun.

Ses etmediğin acılar biriktiriyorsun yüreğinde damla damla.

Bundandır fazlalığı...

Zaman hep koşar adım gelip geçiyor yanından.

Geçerken her seferinde, hızla çarpıyor sana.

Şöyle bir yalpalatıyor, silkeliyor seni.

Geçmişin dikişleri atıyor, hafifçe kanıyor yüreğin.

Sendeliyor ama düşmüyorsun.

Ardına bakmadan çekip gidiyor sonra zaman.

Dudaklarında acı ama tanıdık bir tebessüm bırakarak...

Görüyorsun bir tekerleme gibi sürüp gidiyor işte hayat.

İçinde eskilerden kalma silinmez izler.

Dilin döndüğünce yaşamaktır çalıştığın.

Dilinin dönmediği yerlerdeyse geçmişe sarılırsın.

Zamanın merhametine sığınıp, kendinden kaçarak...