Ne garip...

Bir zamanlar varlıklarını an ve an kendine eklediklerinden, şimdi geride bıraktığın her günü birer birer düşüyorsun.

Kim bilir belki de böyle avutup kendi kendini, vazgeçişlere, eksikliğe, sessizliğe böyle alışmaya çalışıyorsun.

Sakinleşiyor zamanla hayat.

Sakinleşiyor zamanla insan.

Aklında, yüreğinde, vücudunun her zerresinde dolaşıp duran, çarptıkça acıtan ve bağırtan acı bile, içine yavaş yavaş yerleşip sakinleşiyor bir süre sonra.

Bir elin aklında, diğeri yüreğinde kendine kalıyorsun sadece.

Kendinle kalıyorsun.

Sanki en başından beri hep varmış gibi içinde bir yerlerde, melodisini hatırlayıp da sözlerini unutmuş olduğun bir şarkı gibi, hayra yorarak başkalarının bakışlarındaki deliliğini, kendi kendine mırıldana mırıldana alışıyorsun.

Suyun üzerinde sektirilen bir taş gibi belki de; ne var , ne de yok, ne içinde, ne de dışında...

Dibini görebildiğin ve her damlasını hissettiğin bir su birikintisinin üzerinde hayata değe değe durmaya çalışıyorsun.

Yaşıyorsun.

Yaşıyorsun işte böyle.

Değişen pek bir şey yok.

Hala zor ve bir o kadar acı.

Hala soruların, sorguların, kendinle, geçmişle hesaplaşmaların var.

Ve hala her şeye rağmen düşünüyor, özlüyor ve seviyorsun.

Ama işte bir süre sonra bırakıyorsun ya artık kendini hayata, acı dahil hiçbir şeyi ertelemeden, sadece kendi içinde olması gerektiği gibi yaşıyorsun.

Sakince ve zamanla geçer aldanışlarına kanmadan üstelik.