Erciyes’in gölgesine sığınmış Kayseri Hacılar. Lakin volkanik dağ hem esirgiyor, koruyor, kol kanat geriyor ona, hem de soğuklardan en soğuğunu gönderiyor. Meyve ağaçları sabırlıdır, soğuğu yer ki yemişleri lezzetli olsun. Reçelini soğukta pişirir ki, bahar gelince tenceresinden, kavanozundan taşsın.



Soğuğun Sıcaklığı
Sözcükler sessiz, renksiz, kokusuzdur. Ama olmayanı düşüncede yaratmayı başarırlar. Resmin, fotoğrafın yaptığı gibi tıpkı. Uzaktan onlara bakınca soğuğu hissetmeyiz, ama kışın sıcaklığını hissedebiliriz. Kırklareli Demirköy yakınlarında kar yağışı sürerken bir parça da olsa sonbaharın sarı sıcağı, kırmızı ateşi kalmış Istranca ormanları fotoğrafı gibi..



İç ve Dış Duyular
Eskiler insan duyularını ikiye ayırırdı; biri iç, diğeri ise dış duyular halinde. Dış duyuları biliyoruz; görme, işitme diye sıralanır. Ama eskilerin iç duyularımızı nasıl sıraladığını pek bilmeyiz. Hayal, düşünce, vehmediş yani olanı olmayanı anlamak, zihinde hıfz ediş ve ortak duygu. En sondaki ortak duygu yoluyla iç ve dış duygularını birbiriyle ilişkilendirirdi eski âlimler. Artvin’in Şavşat ilçesi yakınlarındaki meşe ve karlı ladin ağaçları, nasıl da hem dış, hem de iç duyularımızı coşturur.




Ve Erzincan ile Sivas il sınırındaki Kızıldağ geçidinde sonbaharda bastıran kar yağışının ardından yol ışıklarının aydınlattığı yamaçlar, nasıl da iç ve dış duyularımızı birbirine dolaştırır.



Yağmurdan Önce
Hangisi yağmur mevsimidir diye sorsam? Bahar mı, sonbahar mı? Tabii ki ikisi de diyecek herkes. Peki hangi yağmurlar ayrılık yağmurudur, hangi yağmurlar gamlıdır, sevgililerin gözyaşlarıdır? Böyle sorsam... Tabii ki sonbahar yağmurlarıdır. Öyleyse bahar yağmurları da kavuşmanın, sevincin gözyaşları sayılmalıdır. Bulutlar ağlarsa, tarlalar güler, buğdaylar kahkahalar atar, bahçeler gülüşür. Görünüşe bakılırsa, yağmurlar ikiye ayrılır gibi gözükür, oysa bir çember gibidir doğa. Her ayrılış bir kavuşma, her ölüm yeniden doğumdur. Tohum doğmak için çürür. Ağaç yeşillenmek için solar. Nevşehir Zemi Vadisi’nde, akkavaklar yağmur öncesinde hazan mevsiminin hüzün renklerine bürünmüş, dönüşümü bekliyor.



Koş Dere Koş
Okuma kitabı bize öğretirdi, “Koş Ali koş!” Ali koşar biz de koşardık. “Orda bir köy var uzakta” şarkısını söylerdik. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdü. Büyüdük, koşa koşa o köye gittik. Hayalimizdeki köy o köy değildi. Ali koşmuyordu, dereler de koşmuyordu. Elsiz ayaksız, güle oynaya denize koşan derelerin ayakları elleri kesilmiş, dev borulara sokulmuştu. Çoruh Vadisi’nde sonbaharın en güzel renkleri bir araya gelir, hâlâ da öyledir. Ama bu renklerin içinde, vadinin ölüm renkleri de vardır, çok dikkatli bakan, bilen gözler görebilir. Çünkü Çoruh Vadisi ölüme mahkûm edilmiştir ve hızla infaz edilmektedir. Yusufeli Çeltikdüzü köyü geleneksel mimari öğeleri, çeltik tarlaları ve meyve bahçeleriyle bu infazı beklemektedir. Orada bir köy vardı uzakta..



Bilge Kayın Ağacı
Şeydasıyız, delisiyiz saflığın, aklığın. Ne tuhaf! Ölümün rengi kara olduğu halde, doğaya ak renkli karla, saflığın rengiyle gelir ölüm mevsimi. Ölüm yaşatmak için, yeniden başlatmak için ak renkli geliyor olmalıdır, kış yoksa bahar da yoktur. Ak örtünün altında, ölüm sessizliği, yası vardır. Ama doğa bilir ki, her yas, içinde sevinci taşır. Her şey doğarken ölümün tohumunu taşır, dolayısıyla yaşam karşıtıyla birliktir. Tersi de böyledir. Bolu Yedigöller Milli Parkı yakınlarında yeni yağmış kar örtüsü ve yaşlı bir kayın ağacının dallarıyla doğa, felsefe dersi verir ayazda.



Perinin Elini Tutmak
Her manzara bizi çekip götürür, bir peri şeffaf eliyle ilimizi tutar ve götürür, yalnız, nereye götürür orasını bize söylemez. Bazen Tur Dağı’nı parçalar, bazen ormanları ışık olur yağdırır. Tıpkı Kastamonu’ya bağlı İnebolu yamaçlarındaki sisli kavaklar gibi.



Veyahut da, Rize’ye bağlı Çamlıhemşin’in Huser Yaylası’nda, güneye ve kuzeye bakan yamaçlardaki renkler gibi.



Dağın Sarhoşluğu
Rüzgârlar eser bembeyaz olur, rüzgârlar eser yeşerir, lal rengine dönüşür; rüzgâr eser tüm renkler beyazda buluşur. Bir sufi geçseydi yakından, Rumi veyahut da Ömer Hayyam, eminim ki şöyle sorardı: Ey dağ, nasıl bir şaraptı içtiğin şarap? Sorar ve herkesi çağırırdı, gelin dostlar Arhavi’ye gelin, biz sarhoş olduk, siz de katılın. Arhavi Ortacalar beldesi orman ve çay bahçelerinin iç içe bulunduğu bir yerdir. Sonbahardaki son hasadın ardından çay bahçelerini bekleyen sakin aylarda kar örtüsü bitkiyi dondurucu rüzgârlardan korur, tekrar bahara kavuşmasını sağlar.



Arhavi Kamilet Boğazı’nın iki yakasında soğuk derenin içine kadar uzanır kayın ve kızılağaçlar.



Yaralı Göz
Tohum ölür, kar üstünü örter, baharda ölü tohumdan can fışkırır gökyüzüne. Ak battaniyesi toprağın, doğacak ölüyü sessiz ve sakin bırakın demektir. Bahar gelince çorak yerler yeşerecek, doğanın mezarlığında çiçekler açacak, canlar tomurcuklanacak, başak verecek, koruklar üzüm olacak, gül gülüne kavuşacak, papatya papatyasına. Kastamonu’ya bağlı Devrekâni yakınlarında Yaralıgöz Dağı’nın ismi ne de güzeldir. Mevsim aslında sonbahar olmasına karşın kışı andıran görüntü hâkim. Ama kış dediğin, herkese söz verdiği saatte mi gelecek?