Adım atarsam ölecekmişim gibi… Sanki toprak olacam silinecem. Bir adım sonrası sanki ölüm şuan durduğum yer ise yaşam. Sanki kalbim olan yaranın yanına bir de kurşun yarası bekliyor. Yani bir yârin yarası bir de kurşun yaram. Dönersem pişman, gidersem ölü, kalırsam bir hiç olacam. Sanki her şey o anda bitecek gibi. Şuan sırt döndüğüm yer yârimin, hayatımın, namlunun olduğu yer. Adım atarsam kurşunun bulacağı benden olacam sanırım.
Dikenli tel var, bilmediğim gelecekle aramda gidersem canım acır. Gitmezsem hep kalacam burada adım atarsam ölecem. Sınırlarda yaşamak böylemidir hep, yani yaşam ile ölüm arasındaki nokta bumudur? Peki, yaşam ile ölüm neden bu kadar yakın ki birbirine…
Ortası bir hiç olmaksa hiç olmak istemediğim şekilde bir ‘hiç’ mi oldum şimdi?
Ne olurdu şu ayak bastığım toprak olsaydım savrulsaydım etrafa. Ya da şu kurşun olsaydım sadece delseydim bir yüreği sahibini bilmeden. Ya da şu dikenli tel olsaydım insanları tutsaydım tam da önümde. Ama tutulan ben olmasaydım. Hem ölüm hem yaşam bu denli yakın olmasaydı da ben yine bir ‘hiç’ kalsaydım…
Ve verilen bir karar… Seçilen bir yol oldu… Yüreğe sanki sıcak bir şey dokundu… Aslında buz gibi bir kurşun sıcak yüreğe dokundu…
Anlaşılmıyor başta ama bakarsın ki sen adım atmışsın. Uçlarda yaşamanın bedelini ödemişsin. Yârinden başka kimsenin giremediği yere layık olmayan bir kurşun girdi. Ve yaşam sırt çevirdiğin yerde kaldı…
Şimdi istenilen gibi oldu… Toprak olundu… Bir hiç olundu…
Ama yaşam olunamadı dikenli tel buna izin vermedi…