1908’den sonra sistemleşen Türkçülük hareketi de siyasi hedef olarak bütün Türkleri içine alan bir ideolojidir. Türk dili ve tarihi üzerinde yapılan yerli ve yabancı çalışmalar Türkçülüğün bilahere bir sistem halinde teşekkülüne yardımcı olmuştur.
Tanzimat devrinin fikir ve sanat adamlarından Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Süleyman Paşa, Şemseddin Sami, Necip Asım ve Meşrutiyet döneminde dış Türklerden Gaspıralı İsmail, Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmed gibi zevatın gayretleri ve dil, tarih ve aktüalite alanlarında yapılan çalışmaları ile Ziya Gökâlp tarafından geliştirilerek sistemleştirilen Türkçülük akımının,
Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin, Ali Canip, Hamdullah Suphi ve arkadaşları tarafından edebiyatı teşekkül ettirilmiş ve geniş imkanına kavuşmuştur.
Önce bir kültürel hareket olarak beliren Türkçülük, Savaşı’ndan sonra siyasi bir hüviyet kazanmış ve teşkilatlanmaya başlamıştır. İlk Türkçü teşkilat 1908-1913 yılları arasında faaliyet gösteren Türk Derneği’dir. 1911’de Mehmet Emin’in başkanlığında faaliyete başlayan Türk Yurdu Derneği ve dergisi bir yıl sonra yerini günümüze kadar devam eden Türk Ocağı’na bırakmıştır. 1913’te çıkan Halka Doğru dergisi bu ideolojiyi halk seviyesine indirmeyi hedef tutan bir diğer Türkçü yayın organıdır. Türkçülük hareketinin bilahere fikir babası olan Gökâlp, 1911 yılında Ömer Seyfeddin ve Ali Canip yönetiminde Selanik’te Genç Kalemler dergisinde yayınlanan ‘Turan Manzumesi’ ile bu harekete katılmıştır. Türkçülük hareketinin zaman içinde almış olduğu farklı durumu, Gökâlp’in yazı hayatından takip etmek mümkündür. Önce Turancı bir anlayış içinde olan Gökâlp, çıkardığı Yeni Mecmua (1917) ile daha da ılımlılaşarak daha sonraları Cumhuriyet devrimlerine yön veren esasları ihtiva eden Türkçülüğün Esasları adlı kitabı ile Turancılığı, Türk Milleti’nin uzak ideali olduğunu söyleyerek, fikriyatını “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde formüle eder. Milli Edebiyatı başlatan Türkçü harekettir. Milli Edebiyat deyimini ve görüşünü 1911’de ortaya atan Genç Kalemler dergisi, böyle bir edebiyatın kurulması için “yeni lisan” davasının gerçekleşmesini ileri sürer. Sonraları, birçoğu bu edebiyatın tanınmış yazarları olan Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Halit Ziya, Cenap Şahabeddin, Süleyman Nazif, Yakup Kadri, Köprülüzade Fuat gibi zevatın şiddetli tepkisine maruz kalacak olan yeni lisan davasının gerçekleşmesiniGenç Kalemler, şu işlemlere
”1) Arapça ve Farsçaya ait gramer kurallarının kullanılmaması ve bu kurallarla yapılan tamlamaların (bazı istisnalarla) kaldırılması,
2) Arapça ve Farsça kelimelerin, gramerce asıllarına göre değil, Türkçedeki kullanılışlarına göre değerlendirilmesi,
3) Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçede söylendiği gibi yazılmaları,
4) Bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılmalarına lüzum olmadığından bilimsel terim olarak Arapça kelimelerin kullanılmasına devam edilmesi,
5) Diğer Türk lehçelerinden kelime alınmaması,
6) Konuşmada İstanbul şivesinin esas tutulması.
” Fakat hayret edilecek husus şu ki, ortaya atılan bu fikirlerin uygulanmasını, roman, hikaye, tiyatro eserleri için gören Milli Edebiyatçılar, şiire istisnaî bir durum tanımışlar, onu “vicdanî bir keyfiyet” olarak görmüşlerdir. Buna rağmen dilin sadeleşmesi hızla yayıldı ve gelişti. Şiir için bu mütereddit durum 1917 yılında Türk Ocağı’nda yapılan bir toplantı ile “konuşma dilinin ve hece vezninin kullanılması” şeklinde karara bağlanmıştır. Türkçenin ve hecenin başarılı örneklerini vermeye başlamış olan şairler ve bilahere Halid Fahri, Enis Behiç, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz gibi “Hecenin Beş Şairi” olarak edebiyatımızda tanınan şairlerle milli vezin ve konuşulan dil, şiirimizde gerçekleşerek asıl Cumhuriyet şiirinin ortamı açılıyordu.