Bugün kendime baktım. Ne komik, dün sana bakıyordum. Şimdiyse bakacak tek kişi benim. Yeni uyanmıştım, isteksizce kalktım yataktan. Ağır ağır banyoya doğru yürüdüm. Musluğu açtım, ellerimi lavabobaya dayayıp hafifçe eğildim sonra gözlerimi kaldırdım ve yine kendime baktım. Hiç aldırmadan gördüğüm yüze, ellerimi suyun altına tuttum ve avuçlarıma dolan suyun parmaklarımdan yavaşça taşmasını seyrettim. Her anı yavaşça yaşamaya çalışıyor gibiydim. Suyu yüzüme götürdüm ve sertçe çarptım. Sonra tekrar ve tekrar… Musluğu kapatırken, burnumdan akan bir damla su yere düştü. Sonra yüzümü kurulayıp yere eğildim ve o bir damlaya uzun uzun baktım. Sen gibiydi. Tüm yüzümü yıkamış olan su, az önce minnet duyduğum su şimdi sana benziyordu. Alnımdan kayarak burnuma inen, sonra orda bir süre bekleyip ağırlaşınca kendini yer çekimine bırakan su damlası… Sen de böyle yapmamış mıydın? Sana minnet duyarken, seni kendi rızamla kurulamaya karar vermişken, birden kayıp gitmedin mi benden? Bilerek yer çekimine bırakmadın mı kendini? Şimdi o bir damla sudan ne farkın olabilirdi ki? Su yere düştü, yayıldı, buharlaşmayı bekliyordu ölmek için, ama biliyordu ki asla ölmeyecek; buhar olacak sonra tekrar su… Sırf sana kızdığım için suyu öldürmek istedim. Ve banyodaki tuvalet kağıdından bir parça koparıp yerdeki bir damla suyu sildim. Sonrada çöpe attım. Bilmiyorum öldü mü, ama ben sonuçta ölücek düşüncesiyle bunu yaptım bunu. Sen sandım. O berraklığı nasıl sen sandım? Bilmiyorum. Sadece, yanılgı diyebiliriz buna; yalnızca tek yönlü düşünceden kaynaklanmış, diğer tüm güzellikleri örtecek kadar kötü bir terk ediş senaryosuna bağlı olarak gelişen bir yanılgı. Hah! Ne komik, dün sana bakarken, bugün kendime bile zor bakıyorum.
Bugün kendime baktım. Ne komik, dün sen bana bakarken, bugün ben bana bakıyordum. Öğlen olmuştu. Salondaki kahverengi koltukta oturuyordum. Müzik dinlerken aklıma geldin. Ya da aklımda olduğunu hatırladım. Bunun gibi bir şey işte. Sonra rahatladım. Birden içime tarifi imkansız bir huzur doldu. Nedenini bilmiyordum ama o an, herşey olması gerektiği gibi, düşüncesi yerleşti kafama. Sonra yine geri geldi terk edilmişlik duygusu, yalnızlık sendromu, hüzün, depresyon belirtileri vb. Yine de içimdeydi o garip huzur. Sanırım meleklerim tarafından S.O.S yardım çağrısına cevap gelmişti, bilmiyorum. Bu yardıma teşekkür mahiyetinde arkama yaslandım ve sigaramı yaktım. Uzun bir nefes çektim sigaramdan ama nefesimi bırakmadım. Biraz kalsın dedim, sonra yavaşça bıraktım nefesimi. Pilates yaparken öğrettikleri nefes alma tekniğini şimdi sigara dumanıyla uyguluyordum. Gerçekten keyif vericiydi. Kül tablasına koydum sigaramı sonra ona uzun uzun baktım. Ben sigara içmezdim ki, nereden bulaştı bu saçma alışkanlık bana? Sigarayı sana benzettim. Görünürde hiç zarar vermiyormuş gibi durup insanın içini kemiren bir fare gibi. Hemen bitmeyecekmiş gibi dururken, sen içmediğinde bile rüzgarla kendi kendini tüketen, ölüme ve sonlara hevesli bir gardiyan gibi. Sen gibi… İçtikten sonra ağızda bıraktığı kötü tada rağmen bir tane daha yakılan sigaraya benzettim seni. Kokusundan rahatsız olduğundan ve içmek olmaktan utandığından, sigaranın tüm izlerini yok etmek için önce cam açımaya sonra dişlerini fırçalamaya ve sonunda da külleri çöp kutusuna atmaya benzettim seni. Seni nasıl bu kadar aşağılayabildim? Bilmiyorum. Sadece kızgınlık diyebiliriz buna. Öyle gelip geçmiş olmanın verdiği kızgınlık, tıpkı kısa film festivallerinde izlediğin bir kısa filmin uzun olmasını dilerken çektiğin hayal kırıklığına bağlı olan, içten gelen, saf bir kızgınlık gibi. Off! Ne kadar dramatik. İlk gördüğümde umursamadım, şimdiyse ’hep görmek için nelerimi vermezdim’ diyorum kendime. Dün sana bakabilirken, bugün sana bakmayı diliyorum.
Kendime bakıyorum. Sonra kendimden sıkılıp aynadan uzaklaşıyorum, salona geçiyorum camın önüne oturuyorum. Akşam vakti… Birkaç martı uçuyor pencerenin önünden bilmediğim yerlere doğru. Güneş battı batacak. Ay gökyüzünde ama silik görünüyor. Hem ay hem de güneş görünüyor aynı anda. Ne kadar muhteşem. Zıtlıklar bir arada, ’sen ve ben’ gibi