Neşet Ertaş diye bir adam var. Şimdi toprağın en altında ama benim şehrimin karanlık odasında hala sesi yankılanır. Şehir efsanelerine göre eğer ki bulutların üzerinden bizi izliyorsa ölüp gidenler, Neşet Abi’mde bilsin ki her gece hiç durmadan bir sır gibi dinlerim onu. Aslında ‘Gel gizli gizli’ diyeceğim kimsem kalmadı. Kendini göstere göstere gel diyebileceğim de kimse yok. İşin aslı benim kimsem kalmadı. Belki de hayatta olmayan bir adamın sazından akan bir aşkı arıyor olmam da bundan. Çünkü biliyorum ki, bana gelecek kimse yok ve benim evden çıkıp ta gidecek kimsem yok.
Ne zordur böyle zamanlarda insanın yaşamaya çalışması. Bir lokma ekmek için çığlık çığlığa aç kalması. Zor zanaat yaşamak ve Nazım’ın da dediği gibi hür ve kardeşçe değil hiçbir şey.
Biz düşmanca ve tutsaklıkla yaşayan çoktan seçmeli derslerin hep sınıfta kalanlarıyız.
Belki de tek derdimiz bu.
Belki de bizim gerçekten bir derdimiz de yok.
Hiçbir şeyi bilmiyorum.
Ve hiçbir şeyi bilmemek hep bir hayat yanılgısı olup çıkıyor bende.
O başa çıkılması en zor soru çıkıp geliyor dudaklarımın arasına.
‘Ben neden yaşıyorum?’

Neyse, bak ne demiş Neşet Abi’m; ‘’Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez, gönülden gönüle gider yar oy yar oy.’’

Burada yardan sonra gelen ‘oy’ koskoca şarkının en acıklı yeridir bilesiniz. Çünkü kimse durup dururken ‘of’ çekmez, ‘oy’ demez.
Şimdi bende diyorum ki;

‘Bir insan bu şarkının içinden geçmediyse eğer kendi ömrünün küreğini boşa çekmiş demektir…